Etiket: mahkeme

GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU

Güveni Kötüye Kullanma Suçu: “Güveni kötüye kullanma” suçu TCK’nın 155. maddesinde; “(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş, maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır. Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır. TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, Asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır. Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir. Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli sözkonusu olacaktır.

Dolandırıcılık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

a-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b-) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen “zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkâr” gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu âna kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c-) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.09.2013 gün ve 1358-389, 04.06.2013 gün ve 1353-287 ile 19.02.2013 gün ve 1379-60 sayılı kararlarında da benzer hususlara işaret edilmiştir.

Ceza hukukunda, bu alanda uzmanlaşmış bir ceza avukatından profesyonel destek almanın önemi büyüktür. Zira haklıyken haksız duruma düşmek, mağdurken hak kaybına uğramak veya haksız bir durumdan kaynaklı olarak sanık sıfatına haiz olup haksız şekilde ceza almak işten bile değildir. Ceza hukuku, içinde yüzlerce teknik detay barındıran ve yoğun bilgi birikim ve tecrübe gerektiren bir alandır.

Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

DOLANDIRICILIK SUÇUNDA HİLE

Dolandırıcılık Suçunda Hile

Hile, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.

Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez” biçiminde tanımlanmıştır. Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453),“Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir” (Nur Centel/Hamide Z./Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2.Bası, Cilt I. s. 456) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir. Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir” (Veli Özer Özbek/ Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. bası s.650), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, s.343), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir” (Nur Centel/ Hamide Z./Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Bası, Cilt I. s.462)

Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

Son olarak eklemek isteriz ki hilenin daha çok icrai hareketle gerçekleştirildiğini söylemek de yanlış olmaz. Gerçekten de, karşımıza çıkan olaylara baktığımızda, dolandırıcılık suçunun daha çok icrai hareketlerle işlendiğini görüyoruz. Çünkü, mağdurun aldatılabilmesi için genellikle failin olaya etki edecek bir fiili gerekmektedir. Örnek olarak, failin sahte bir evrak göstermesi, mağduru uydurma bir hikâyeyle kandırması gösterilebilir. Bunun yanında, kanununun lafzı da icrai hareketin gerektiği yönünde bir izlenim vermektedir. Madde metnindeki “hileli hareket” unsuru buna sebep olmaktadır. Bununla birlikte, hilenin ihmali hareketle gerçekleştirilmesi de mümkündür. Genel görüş, ihmali hareketle de hilenin oluşacağı yönündedir. “Hile, icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmali davranışla da, gerçekleştirilebilir. Ancak, bu durumda kişinin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek konusunda yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile hukukî ilişkide bulunulan durumlarda, böyle bir yükümlülük vardır. Ayrıca, muhatabın belli bir husustaki hatası karşısında kişinin ihmali davranışının, örneğin susmasının, bir beyan, açıklama değerini taşıması gerekir” şeklindeki madde gerekçesi de tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır. Ancak ihmali hareketle hile bakımından ayrıca şartlar ve cezalandırmaya yönelik doktrinde görüş ayrılıkları bulunmaktadır.

Ceza hukukunda, bu alanda uzmanlaşmış bir ceza avukatından profesyonel destek almanın önemi büyüktür. Zira haklıyken haksız duruma düşmek, mağdurken hak kaybına uğramak veya haksız bir durumdan kaynaklı olarak sanık sıfatına haiz olup haksız şekilde ceza almak işten bile değildir. Ceza hukuku, içinde yüzlerce teknik detay barındıran ve yoğun bilgi birikim ve tecrübe gerektiren bir alandır. Özellikle dolandırıcılık suçunun mağdurları sıklıkla şikayetlerinin ‘hukuki uyuşmazlık/alacak verecek meselesi/ticari mesele/tüketici uyuşmazlığı vb’ neticelerle takipsizlik kararı ile sonuçlandıgından yakınmaktadırlar, zira mağdurların şikayetlerini yaparken dahi en başından itibaren profesyonel bir hukuki destek almaları, haklarını geri kazanabilmeleri adına oldukça önemlidir. 

Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

KASTEN YARALAMA – ADAM ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

KASTEN YARALAMA ve ADAM ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

Türk Ceza Kanunun Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar başlıklı 86. Maddesinde Kasten yaralama suçu düzenlenmiştir. Maddedeki tanıma göre ;

” Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklindedir.

Görüldüğü üzere Türk Ceza Kanunu  bir kişinin vücuduna acı verecek şekilde veya  sağlığını  algılama yeteneğini bozacak şekilde zarar verildiği hallerde bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörmüştür. Kanun burada beden ruh sağlığı açısından kişileri korumak istemiştir. Hem beden hem de ruh sağlığının birlikte bozulması şartı aranmaz.

Ayrıca Türk Ceza Kanunu 86. Maddenin 2. Fıkrasında   ”Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur”  diyerek fiilin etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması durumunda  da seçenek ceza düzenlemesine yer verildiği görülür. Hapis veya adli para cezası şeklinde seçenekli bir ceza öngörülmüştür. Ayrıca fiilin etkisi basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafifse suç şikayete tabi tutulmuştur. Şikayet süresi ise 6 aydır.  Basit tıbbi müdahale ile giderip giderilmeyeceğinin tespiti ise elbette alınacak olan adli rapor sonucunda belli olacaktır. Basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde olması durumda ise şikayet öngörülmemiş olup savcılık resen yani kendiliğinden takip edileceği için belli bir süre sınırı söz konusu değildir ve 8 yıl içinde şikayetçi olunabilecektir.

Basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olunduysa 1 yıldan 3 yıla kadar ceza verilecektir.

Ayrıca basit tıbbi müdahale dışındaki yaralama fiillerine ise seçenek ceza düzenlemesine yer verilmemiştir.

(3) Kasten yaralama suçunun;

a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,

b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

e) Silahla,

İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Burada da kanun artırıma giderek suçun mağdurunu kanunda belirtilen kişiler olması halinde cezanın yarı oranda artırılacağını belirtmiştir. Suçun bu kişilere karşı işlenmesi kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle yaralama fiilini işlemesini ve  suçun silahla işlenmesini şikayete tabi suç kategorisinden çıkarmış ve bunları cezayı arttırma nedeni olarak da düzenlemiştir. Burada artık suç şikayete bağlı olmayacaktır.

Bazı durumlarda ise oluşan netice sonucunda nitelikli yaralama söz konusu olabilir. Kanun koyucu tıbbi açıdan belirli neticeleri saymış ve bu neticelerin oluşması haline ise  failin asgari ceza sorumluluğunu belirlemiştir. 

Bu tıbbi netice sonucunda nitelikli yaralamalar kanunda şu şekilde belirlenmiştir ;

Madde 87- ”(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,

b) Konuşmasında sürekli zorluğa,

c) Yüzünde sabit ize,

d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren

hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.(1)

Madde 87 ‘nin 2. Fıkrasında ise daha tehlikeli olgular sayılmış ve cezanın iki kat artırılacağı ile düzenlenmiştir. 87/2 deki neticelerin gerçekleşmiş olması durumunda cezanın alt sınırı 5 yıl veya 8 yıl olacak şekilde düzenlenmiştir.

2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,

b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,

c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,

d) Yüzünün sürekli değişikliğine,

e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,

Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.’

3. Fıkrada belirtilen kemik kırılması veya çıkık Adli tıptan alınacak rapor ile belli olacaktır.

(3) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/4 md.) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.

4. Fıkrada ise sonuçta ölümün gerçekleşmesi durumu düzenlenmiş olup , 87. Maddenin 1. Fıkrasına giren hallerde 8 yıldan 12 yıla kadar , 87. Maddenin 3. Fıkrasına giren hallerde ise 12 yıldan 16 yıla kadar hapis cezası verileceği düzenlenmiştir.

4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. ”

Kanun koyucu yine kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi durumunu da düzenlemiş olup Türk Ceza Kanun da da bu şu şekilde düzenlenmiştir ; 

‘Madde 88- (1) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur.

Görüleceği üzere kişinin kasten yaralamayı ihmali davranışla işlemesi halinde yani ihmal neticesinde kasten yaralama suçu söz konusu ise verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilecektir ve kasten öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulacaktır.

Kasten yaralama suçun da bir önemli diğer konu ise KASTEN YARALAMA İLE ADAM ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS AYRIMINA İLİŞKİNDİR ;

Mağdur üzerinde gerçekleşen neticenin yaralanma mı yoksa ölüm mü olacağı hususunda, failin hangi saikle hareket ettiğinin, yani, öldürme kastı ile mi, yoksa yaralama kastı ile mi eylemini işlediğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu konuda Yargıtay içtihatları ile doktrinde yer alan görüşler yol gösterici nitelikte olup, bu hususla ilgili net bir ayırımda bulunmanın kolay olmadığını da değinmekte fayda görüyoruz.

İki durum arasında farkı ortaya koymak için öncelikle  5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Suça teşebbüs başlıklı  35. Maddesine bakılması gerekir buna göre ;

” (1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.

(2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” şeklindedir.

Türk Ceza Kanununa göre kişinin bir suçu işlemek için öncelikle bir kastının bulunması gerekecektir. Sonra işlemeyi kastettiği suç için icraya başlaması gerekecek ancak elinde olmayan nedenlerden dolayı suçu tamamlayamayacaktır. Bu koşulların varlığı halinde suça teşebbüs oluşacaktır.

Kast ise ; Türk Ceza Kanunu’nun 21. Maddesinin 1. Fıkrasında ” Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Yani suç bilerek ve istenerek gerçekleştirilmiş olmalı ve ayrıca fail kastı işlemeye tasavvur ettiği suçu tamamlamak amacına yönelik olmalıdır. Ancak teşebbüs kastı olmaz.

1) FAİLİN HAREKETİ TEREDDÜTE YER VERMEYECEK ŞEKİLDE ÖLDÜRME NİYETİNDE GERÇEKLEŞMESİ GEREKİR.

Failin kastının öldürmeye yönelik mi yoksa kasten yaralamaya yönelik olduğunun belirlenmesi ise maddi vakıalarda kastın hangi suça yönelik  olduğuna dair Yargıtay, bu sorunun çözümü için birtakım kıstaslar ortaya koymuştur. Bunlar;

– Fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve niteliği,

– Failin suçta kullandığı aracın mahiyeti, atış veya darbe sayısı ile mesafesi, 

– Mağdurun vücudunda oluşan yaraların yerleri ile nitelik ve nicelikleri, 

– Hedef seçme imkanı olup olmadığı, 

-Olayın akışı ve sebebi ve failin işlemeyi kastettiği suçun oluşmasına iradesine dışında engel bir halin bulunup bulunmadığı hususları, 

-Adam öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarını birbirinden ayıran ölçütler olarak belirlenmiştir

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. sayılı kararına göre ise, öldürme kastının varlığı için;

– Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,

– Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı,

– Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,

– Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı,

– Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı

son verdiği,

– Olay sonrası mağdura yönelik davranışları

Gibi sair hususlara birlikte bakılması gerekir. Failin kastının belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin, öldürme kastını ortaya koyacak şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur.  Ölçütlerden mesela sadece birisinin gerçekleştiği durumda, failin kastının insan öldürmeye yönelik olduğu; buna karşılık ölçütlerden mesela çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin kastının yaralamaya yönelik olduğu söyleyebilir. Ayrıca hakim bu şartlar ile ilgili karar verirken ” ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR ” ilkesini de gözetmelidir. Öldürmeye teşebbüs ettiğiyle ilgili bir şüphe söz konusuysa şüpheden sanık yararlanır ilkesini gözeterek kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır.

Örneğin taraflar arasında husumet olması ve birden fazla darbenin söz konusu olması ancak Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem  taşımadığı veya darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem  taşıması ancak fail tarafından  kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli  olmadığı durum da adam öldürmeye teşebbüs hükümleri değil kasten yaralama hükümlerinin uygulanması gerekir.

Kasten Yaralama İle Adam Öldürmeye Teşebbüs Ayrımına İlişkin;

-Şüpheden sanık yararlanır ilkesi gözetilmelidir. Suçun unsurları bağlamında ve meşru müdafa ve haksız tahrik minvalinde dahi bu ilke geçerlidir.

-Suç tasnifinde ve detaylarda kuşkuya yer vermeyen bir kesinlik olması gerekir.

-Husumet, kin, öç alma, kan davası, planlama ve tasarlama, yara alınan vücut bölgeleri, olaydan sonraki tavır vb. detaylar önemlidir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki olası kastın söz konusu olduğu durumlarda adam öldürmeye teşebbüs hükümleri değil kasten yaralama hükümlerinin uygulanması gerekir.

2)Suça teşebbüsten cezalandırılabilmesi için failin DOĞRUDAN DOĞRUYA İCRAYA BAŞLAMASI GEREKİR. Eğer icra hareketine başlamazsa suça teşebbüsten sorumlu olmamaktadır.

3) SUÇ ELDE OLMAYAN NEDENLERLE TAMAMLANAMAMALIDIR. Yani fail öldürme kastıyla hareket edecek suçun icrasına başlayacak ancak elde olmayan nedenlerle suçu tamamlayamayacaktır.

Kasten adam öldürmeye teşebbüs ile kasten yaralama ayrımıyla ilgili önemli olan bir diğer husus ise gönüllü vazgeçmenin söz konusu olduğu durumlarda kasten adam öldürmeye teşebbüs hükümleri değil kasten yaralama hükümlerinin uygulanması gerekir.

BU KONUYA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI İSE ŞU ŞEKİLDEDİR;

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.06.2011 tarihli ve 2011/1-114 E., 2011/150 K. sayılı kararına göre, “Aralarında önceye dayalı öldürmeyi gerektirecek husumetleri olmayan ve çıkan tartışma sebebiyle gece geç saatlerde aniden gelişen ve hedef seçme olanağı bulunmayan kavganın hareketli ortamında, ele geçmeyen kesici aletlerle mağdurları yaralayan sanıkların eyleminde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 1. Ceza Dairesi’nin süreklilik kazanmış uygulamalarıyla HAYATİ TEHLİKE YARATAN İSABETLERİN BİR ADETLE SINIRLI KALMASI gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların öldürme kastıyla hareket ettikleri kuşkulu kalmaktadır. Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘in dubio pro reo’, yani ‘KUŞKUDAN SANIK YARARLANIR’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, SUÇUN KUŞKUYA YER VERMEYEN BİR KESİNLİKLE İSPAT EDİLMESİNE BAĞLIDIR. GERÇEKLEŞME ŞEKLİ KUŞKULU VE TAM OLARAK AYDINLATILAMAMIŞ OLAYLAR VE İDDİALAR SANIĞIN ALEYHİNE YORUMLANARAK MAHKUMİYET HÜKMÜ KURULAMAZ. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan oLASI KANIYA DEĞİL, KESİN VE AÇIK BİR İSPATA DAYANMALIDIR. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, BÜYÜK VEYA KÜÇÜK BİR OLASILIĞA DEĞİL, HER TÜRLÜ KUŞKUDAN UZAK BİR KESİNLİĞE DAYANMALIDIR. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, sanıklar N. ve S.’nin, mağdurlar D. ve T.’yi öldürme kastlarıyla hareket ettiklerini gösteren kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığından, eylemlerinin kasten yaralama olarak kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla, Yerel Mahkemece kanıtların hatalı değerlendirilmesi ve dosya kapsamına uymayan gerekçeler ve kabulle, sanıkların eylemlerinin öldürmeye kalkışma olarak nitelendirilmesi suretiyle direnme kararı verilmesi ve hüküm kurulması isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir”.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.02.2010 tarihli ve 2009/209 E., 2010/29 K. sayılı kararına göre ise, “Olay öncesinde sanık ile maktul arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, yaranın yeri, eylemine devam etmesine herhangi bir engel sebep bulunmayan SANIĞIN EYLEME KENDİLİĞİNDEN SON VERMESİ ve yaralanan maktulü kurtarmak için aktif çaba harcaması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde; SANIĞIN KASTININ, ÖLDÜRMEYE YÖNELİK OLMAYIP YARALAMAYA YÖNELİK OLDUĞU SONUCUNA ULAŞILMAKTADIR. Bu nedenle, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 87/4. maddesi uyarınca hüküm kurulmalıdır”

Fail ile mağdur arasında önceye dayalı kan davası veya geçmişteki bir anlaşmazlığın bulunması gibi, önceye dayalı ve adam öldürmeyi gerektirecek bir husumet varsa, failin öldürme amacı ile hareket ettiği düşünülebilir. Ancak ortada bir kan davasının bulunması hali, her somut olayda bizatihi öldürme kastının varlığını ortaya koymaya yeterli olmayabilir. Taraflar arasında daha önce bir husumetin mevcut olmaması, failin mevcut adam öldürme kastını nasıl bertaraf etmeyecekse; sadece husumetin varlığı hali, failde öldürme kastının oluştuğuna dayanak sayılamayacak, net bir kanaate varabilmek için somut olaydaki diğer şartların varlığı aranacaktır.

Örneğin, bıçağın öldürmeye elverişli bir araç olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, nereden elde edildiği hususunda üzerinde birtakım şüpheler bulunan bıçağı, kendisini veya bir başkasını korumak maksadı ile rastgele sallayan failin, öldürme kastı ile hareket ettiğini söylemek mümkün olmayacaktır. hatta eylem neticesinde mağdur, hayati tehlike geçirmiş olsa bile, sadece bu olgudan yola çıkılarak failin öldürme kastı ile hareket ettiğinin söylenemeyeceği açıktır; zira “hayati tehlike” kriteri, ancak diğer şartlar ve olayın oluşu ile birlikte değerlendirildiğinde, failin öldürme kastının ortaya çıkarılmasında önem kazanabilecektir.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 21.04.2008 tarihli ve 2007/2234 E., 2008/3203 K. sayılı kararında da, “Yoldan geçerken birbirlerine omuz atma meselesi yüzünden çıkan kavgada sanığın rastgele salladığı bıçak darbelerinden birinin mağdur Hakan’ın sol bacak ön yüzde kasıktan 10 cm aşağısına isabet ederek damar harabiyeti sonucu yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaraladığı ve EYLEMİNİ KENDİ İRADESİ İLE SON VERDİĞİ olayda; ortaya çıkan kastının yaralamaya yönelik olduğu ve bu nedenle duyulardan veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflamasına veya işlevinin yitirilmesine neden olup olmadığı hususunda raporu da alınarak sonucuna göre yaralama suçundan hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde eylemin öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesi” bozma nedeni olarak gösterilmiş, öldürmeyi gerektirecek ölçüde bir husumetin bulunmadığı, olayda bıçağı rastgele sallayan sanığın öldürme kastından söz edilemeyeceği belirtilmiştir.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 26.11.2012 tarihli ve 2009/8411 E., 2012/8682 K. sayılı kararına göre, “Oluşa ve dosya kapsamına göre; olay günü sinemadan çıkan sanığın, mağdurlar ile ters bakışma nedeniyle tartıştığı, tartışma sırasında sanığın, kavga ortamında rastgele savurduğu bıçakla mağdur G’yi biri toraksa nafiz olup, sağ meme başında, sol ön kolda, omuzda, sağ koltuk altında, sağ glutea bölgelerine toplam yedi kez vurarak pnömotoraksa ve yaşamsal tehlike geçirmesine sebebiyet verdiği, sanığın, eylemine devam etmeden olay yerinden kaçtığı olayda; SANIĞIN ENGEL HAL BULUNMAKSIZIN EYLEMİNE KENDİLİĞİNDEN SON VERMESİ, yaşamsal tehlikeye yol açan yaranın tek oluşu, diğer yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir oluşu, sanık ve mağdur arasında öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunmaması, öldürme kastını gösterir her türlü kuşkudan uzak, kesin ve yeterli kanıt bulunmamış olması karşısında; sanığın yaralama kastı ile hareket ettiğinin kabulü ile TCK m.86/1, 86/3-e, 87/1-d, 29, 62, 53 uyarınca hüküm kurulması gerektiği gözetilmeksizin, öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması”  bozmayı gerektirmiştir.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi de 09.12.2011 tarihli, 2011/4961 E. ve 2011/7639 K. sayılı kararında; “Sanığın mağdur katılanı bıçak ile batın sol alt kadranda yaklaşık 1 cm. genişliğinde ve 10 cm derinliğinde, sol meme üst kısmında yüzeysel kesi oluşturacak şekilde, büyük damar ve iç organ lezyonuna ve yaşamsal tehlikeye yol açmaksızın, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaraladığı olayda; mağdur katılanın sol göğsünden yüzeysel kesi oluşacak şekilde yaralanmasının kavganın hareketli ortamında mazur görülebilir olması ve yara yerinin, özellikle öldürücü bölgenin hedef alındığını göstermemesi, sanık ile mağdur katılan arasında daha öncesine dayanan ve öldürmeye gerektiren bir husumetin bulunmaması, SANIĞIN EYLEMİNE ENGEL HAL OLMAKSIZIN SON VERMESİ VE YARALANMANIN MAĞDUR KATILANIN YAŞAMINI TEHLİKEYE SOKMAMASI KARŞISINDA, sanık hakkında silahla kasten yaralamak suçundan TCK m.86/1,3-e uyarınca hüküm kurulması yerine, yazılı şekilde kasten insan öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması”  hususunu hukuka aykırı olarak nitelendirmiştir.

BİR DİĞER KONU İSE KASTEN YARALAMA SUÇUNDA HAKSIZ TAHRİK VE MEŞRU MÜDAFAA HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASIDIR.

HUKUKA UYGUNLUK HALLERİ

-Kanun Hükmünün Yerine Getirilmesi

-Amirin Hukuka Uygun Emrini Yerine Getirme

-Meşru Müdafaa

-Hakkın Kullanılması

-Mağdurun Rızası

Bu durumda işlenen fiiller suç değildir. Bu hallerde kişiye ceza verilmez ve güvenlik tedbiri uygulanmaz, dava açılmış ise beraat kararı verilir. Bu nedenler objektiftir. Kişiye bağlı nedenler değildir. bu durumlarda bulunan bütün kimseler bu hükümler uyarınca değerlendirilir.

1-MEŞRU MÜDAFAA ;

Türk Ceza Kanununun 25. Maddesinde

 ” – (1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez. ” şeklinde tanımlanmıştır.

Yani meşru savunmanın uygulanması için  öncelikle bir saldırının olması, saldırının ise bir hakka yönelik ve haksız olması gerekir. Saldırının ise tekrarı muhakkak olmalıdır. Savunmanın saldırıyı yapan kişiye yönelik orantılı şekilde defetmek zorunluluğu vardır. Detaylı bir konudur

2- HAKSIZ TAHRİK ;

Haksız tahrik, failin mağdurdan kaynaklanan bir fiilin meydana getirdiği elem, üzüntü veya öfkenin etkisiyle kasten adam yaralama suçu işlemesidir. Zorunluluk içermeyen bir etki-tepki halidir.

Haksız tahrik altında kasten yaralama suçu işlenmesi halinde faile verilecek cezada, haksız tahrikin derecesine göre 1/4 oranı ile 3/4 oranı arasında bir indirim uygulanır. Haksız tahrikin derecesi, yani haksız tahrikin ağırlığı yapılacak indirimin oranını da belirler. Detaylı bir konudur

Çalışmamıza konu suç tipi; çok detaylı, kapsamlı ele alınması gereken ancak yüzlerce sayfa ile dahi tartışılması ve tamamlanması mümkün olmayan, doktrinde onlarca ciltlik kitapların mevcut olduğu ve daima tezlere konu spesifik bir suç tipidir. Mutlaka ve mutlaka uzman bir ceza avukatından ve ceza hukukunda uzman iyi bir hukuk bürosundan profesyonel hukuki destek alınmalıdır. Aksi takdirde çok ağır sonuçlar, hak kayıpları ve dahi adaletin tecelli edememesi gibi sonuçlarla karşılaşılabilmesi mümkündür. Kasten yaralama, adam öldürmeye teşebbüs gibi suçlarda uzman hukuk büromuz ile müvekkillerimize destek olmaktayız. 

Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

KAMUDA/DEVLETTE/YARGIDA İŞ ÇÖZME VAADİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

Kamu Görevlileriyle İlişkisinin Olduğundan, Onlar Nezdinde Hatırı Sayıldığından Bahisle ve Belli Bir İşin Gördürüleceği Vaadiyle Aldatarak, Başkasından Menfaat Temin Etmek Suretiyle Dolandırıcılık Suçunun İşlenmesi

TCK m.158/2’de düzenlenen bu nitelikli halin oluşabilmesi için iki koşulun birlikte varlığı aranmaktadır. Bunlardan ilki, failin kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan ya da onlar nezdinde hatrının sayıldığından söz etmesi, diğer koşul ise; belirli bir işi gördüreceğini vadederek mağdurun ya da bir başka kişinin zararına olarak menfaat temin etmesidir. Örneğin;

Yargıtay 15.CD, 09.10.2019, E:2017/6326, K:2019/9647,

 “Sanığın, katılana eski TOKİ Başkanı, Çevre ve Şehircilik Bakanı …’ın yeğeni olduğunu, AK Partide çeşitli sosyal etkinliklerde, seçim çalışmalarında görev aldığını, Eskişehir, İstanbul, Ankara, Trabzon gibi illerde yerel ve milletvekili çalışmalarını organize ettiğini, siyasette ve kamuda çok çevresi olduğunu, bir çok işlerde danışmanlık yaptığını söylediği, katılanın da işyerini kapattığından ve Kütahya ili … ilçesinde Termal Turizm ruhsatlı bir arazide inşaat yapabilmek için kredi almayı düşündüğünden bu hususu sanığa söylediği, sanığın bu konuda Avrupa Birliği destekli krediler olduğunu ve bu kredilerden faydalanabileceğini, kendisinin de komisyon karşılığı kredinin çıkması konusunda halledeceğini söylediği, katılanın sanığa, sanığın çeşitli masraflar adı altında istediği, gerek bankamatik kartına para yatırmak suretiyle, gerekse sanığın bildirdiği hesap numaralarına para havalesi yapmak suretiyle toplam 25000 TL para verdiği, bu suretle sanığın üzerine atılı kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğu ve onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle belli bir işin görüleceği vaadiyle dolandırıcılık suçunu işlediği iddia edilen olayda; sanığın savunması, katılan ve tanık beyanları, mesaj tutanakları, makbuzlar ile dosya kapsamından sanığın üzerine atılı suçu işlediğine yönelik mahkeme kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş,”

Dolandırıcılık suçunun daha ağır cezayı gerektiren bu nitelikli hali bağlı hareketli suç olarak ifade edilmektedir. Yargıtay dolandırıcılık suçunun bu nitelikli haline ilişkin birtakım kriterler belirlemiştir. Bu kriterler Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 13.03.2018 tarihli 2017/36446 E, 2018/1719 K. sayılı ilamında özetle şu şekilde belirtilmiştir.; “TCK’nın 158. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan bu düzenlemeyle, failin, kamu görevlileriyle ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırı sayıldığını ileri sürerek ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin etmesi nitelikli dolandırıcılık kabul edilmektedir. Suçun maddî unsuru, kamu görevlileri yanında hatrı sayıldığının, onlarla ilişkisi bulunduğunu iddia ederek, yapılacak aracılık karşılığında kamu görevlisine verilmek üzere, para veya başkaca menfaat almak, kabul etmektir. Kamu görevlisi, TCK’nın 6. maddesinde tanımlanmış ve açıklanmıştır. Bu suçun meydana gelmesi için, suç konusunun resmî nitelikte bir iş olması ve failin kamu görevlileriyle ilişkisi olduğundan bahsederek dolandırıcılık eylemini gerçekleştirmesi gerekir. Faildeki ahlaki kötülüğün, yalnız başkalarını dolandırmakla kalmayıp, aynı zamanda kamu görevlilerini şüphe altına sokmasındaki vahameti, suçu nitelikli hâle getirmiştir. Bu iddia yapıldığında, o kamu görevlisinin gerçekten var olup olmadığı, ya da o işi yapmaya yetkili bulunup bulunmadığının bir önemi yoktur. Ancak nüfuzdan faydalanacağı söylenen kişinin kamu görevlisi olması gerekir. Kamu görevlisi sayılmayan bir kişiyle ilişkisinden dolayı bir yarar sağlanması halinde bu nitelikli hal uygulanmayacaktır. Kamu görevlisinin taraflarca tanınan ve bilinen bir görevli olması aranmaz. Asıl olan tarafların anladıkları ve anlattıkları memurun makam olarak belirlenebilen bir görevli olmasıdır. Failin mağdurdan sağladığı çıkarı ….Başsavcısına, …kaymakamına, vereceğim şeklindeki beyanında Başsavcının, Kaymakamın kişi, makam ve görev olarak yeterince belirliliği bulunmaktadır. Failin, belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hakimlerden tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacak ve TCK’ nın 158/2. maddesi uygulanamayacaktır. Keza, failin, belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp müştekinin tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde eylemi, basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır. Kamu görevlisine gerçekten ve onun bilgisi içinde çıkar sağlanmış ise eylem rüşvet suçunu oluşturacaktır.”

Bu açıklamalar doğrultusunda bu nitelikli halin uygulanmasında failin soyut olarak kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğunu ya da onlar nezdinde hatırlı olduğunu söylemesinin yeterli olmadığını, belirli ya da belirlenebilir bir kamu görevlisinin varlığının gerektiğini ve yine suç konusunun resmi niteliği haiz bir iş olması gerektiğini ifade etmek gerekir. Örneğin;

Yargıtay 23.CD, 15.04.2015, E:2015/1622, K:2015/650

“Failin, belirli bir memur yanında hatırı sayıldığından bahsedilmeksizin, bakanlardan, milletvekillerinden, hâkimlerden, tanıdıkları olduğu ve işi halledeceğini söyleyerek çıkar sağlanması halinde basit dolandırıcılık söz konusu olacaktır. Keza, failin, belli bir memur yanında hatırı sayıldığından söz etmeksizin kendisini kamu kurumunda görevli (müfettiş, genel müdür vb.) olarak tanıtıp mağdurun tayinini yaptırabileceğini söylemesi halinde, eylemi basit dolandırıcılık suçunu oluşturacaktır… Sosyal Güvenlik ve İnsan Kaynakları adlı işyerinin sahibi olan sanığın, işyerine gelen ve emekli olmak istediğini söyleyen katılana,… SSK Bölge Müdürü’nün arkadaşı olduğunu, kendisini emekli edeceğini, …’da görevli müdürleri yemeğe götürüp işi davasız halledeceğini söyleyip masraflar için ilk aşamada 1.500 TL parasını aldığı, daha sonra ise işinin bitmek üzere olduğu söyleyip 5.000 TL daha alarak hileli hareketlerle menfaat temin ettiğinin iddia edildiği olayda, sanık, tanık ve katılan beyanları ile tüm dosya kapsamına göre, eylemin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir”

Bu nitelikli halde mağdurun da özde iyi niyetli olmadığını belirtmek gerekir. Ancak mağdurun iyi niyetli olmaması, işini kısa sürede resmi engellerle karşılaşmadan, duruma göre haklı ya da haksız bir şekilde gördürmeye çalışmış olması failin hileli davranışları neticesinde aldanmadığı ya da özgür iradesinin sakatlanmadığı anlamına gelmemektedir. TCK m.255’te düzenlenen nüfuz ticareti suçu ile aralarında benzerlikleri olan TCK m.158/2’de düzenlenen bu nitelikli halin farklılıklarını da belirtmek gerekmektedir. Nüfuz ticareti suçunda tarafların haksız bir işin gördürülmesi konusunda karşılıklı anlaşmaları söz konusu iken, TCK m.158/2’de belli bir işin gördürüleceği vaadiyle mağdurun aldatılması söz konusudur. Nüfuz ticareti suçunda gördürülecek işin haksız olması şarttır. TCK m.158/2’de ise gördürülecek işin haksız olma şartı aranmamaktadır. Nüfuz ticareti suçunda menfaat kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle temin edilirken, TCK m.158/2’de kamu görevlisi üzerinde hatırı sayıldığı iddiasıyla temin edilmektedir. Nüfuz ticareti suçunda yasal bir zeminde olmadıklarının bilincinde olan tarafların her ikisi de fail konumunda olup cezalandırılmakta iken, TCK m.158/2’de menfaati temin eden kişi mağdur konumundadır. Tezcan / Erdem / Önok, s.842.

Spesifik bir dolandırıcılık hali olan böyle bir olayla karşılaşan mağdurların mutlaka bir uzman ceza avukatından yardım alması, bir başka deyişle ceza hukukunda uzman bir hukuk bürosuyla çalışması gerekmektedir. Aksi takdirde suçun yanlış tasnif edilmesi, eksik iddianame hazırlanması ve hatta takipsizlik kararı ile karşılaşılması söz konusu olabilecek, sanık tarafından yargı baskısı ile zararın giderilmesi ihtimali ise ortadan kalkmış olacaktır.

Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

BASIN SUÇLARININ ÇEŞİTLERİ

Basın Suçlarının Çeşitleri

Basın Kanunu’ndaki düzenlemelerden hareketle basın suçu olarak adlandırılabilecek suçları; “basılmış eserin içeriğine ilişkin suçlar” ve “basın düzenine karşı suçlar” başlıkları altında inceleyebiliriz.

1.Basılmış Eserin İçeriğine İlişkin Suçlar

Basılmış eserin içeriğine ilişkin suçların oluşması için, basılmış eserin varlığı zorunlu unsurdur. Basın Kanunu’nun 2. maddesinde “basılmış eser”: “Yayımlanmak üzere her türlü basım araçları ile basılan veya diğer araçlarla çoğaltılan yazı, resim ve benzeri eserler ile haber ajansı yayınlarını ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Kanun’daki bu tanımdan hareketle doktrinde, basılmış eserin mevcudiyeti için; objektif koşullar olarak, eserin düşünsel içeriği ile maddi varlığının bulunması ve sübjektif koşul olarak, eserin yayımlanmak üzere çoğaltılması gerektiği kabul edilmektedir. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Cezai sorumluluk” başlıklı 11. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Basılmış eserler yoluyla işlenen suç yayım anında oluşur.” ifadesi nedeniyle, basın hukukunda ceza sorumluluğuna ilişkin düzenlemeleri değerlendirmeye geçmeden önce, basılmış eserler yoluyla işlenen suçları ve bu suçlara özgü unsurları incelememiz gerekir. Basılmış eserin içeriğine ilişkin olarak işlenebilecek suçlar; dar anlamda basın suçları ile basın yoluyla işlenen suçlar şeklinde bir tasnife tabi tutulabilir.

1.1.Dar Anlamda Basın Suçları

Dar anlamda basın suçları, ceza kanunlarında yer alan genel suçların dışında kalan, başka bir araçla işlendiğinde cezalandırılmayan, yalnızca basılmış eserle işlenebilen suçlardır. “Sırf basın suçu” olarak da  adlandırılan bu suçların özelliği; sadece basının araç olarak kabul edilmesi ve başka bir şekilde gerçekleşecek aleniyetin bu suçların oluşumu bakımından yeterli olmamasıdır. Dar anlamda basılmış eserin içeriğine ilişkin suçlardan ilki Basın Kanunu’nun “Cinsel saldırı, cinayet ve intihara özendirme” başlıklı 20. maddesidir. Bu maddede; cinsel saldırı, cinayet ve intihar olayları hakkında, haber vermenin sınırlarını aşan ve okuyucuyu bu tür fiillere özendirebilecek nitelikte olan yazı ve resim yayımlayanların adli para cezasıyla cezalandırılacağı, bu cezanın bölgesel süreli yayınlarda ve yaygın süreli yayınlarda belirli bir sınırın altında olamayacağı düzenlenmiştir. Bu başlık altında inceleyeceğimiz diğer suç tipi ise Basın Kanunu’nun “Kimliğin açıklanmaması” başlıklı 21. maddesidir. Zikredilen maddede; süreli yayınlarda yer alan, Türk Medeni Kanunu’na göre evlenmeleri yasaklanmış olan kimseler arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili haberlerde bu kişilerin, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan cinsel dokunulmazlığa karşı suçlara ilişkin haberlerde mağdurların ve tüm suçlar açısından onsekiz yaşından küçük olan suç faili veya mağdurlarının kimliklerini açıklayacak ya da tanınmalarına yol açacak şekilde yayın yapanların adli para cezası ile cezalandırılacağı, bu cezanın bölgesel süreli yayınlarda ve yaygın süreli yayınlarda belirli bir sınırın altında olamayacağı düzenlenmiştir.

1.2.Basın Yoluyla İşlenen Suçlar Basın yoluyla işlenen suçlar;

Başka herhangi bir yolla, her türlü araçla işlenmesi imkânı bulunan suçların, basılmış eserin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi anlamına gelir. Bu suçlarda söz konusu olan basılmış eserin fiziki varlığının araç olarak kullanılması değil, basılmış eserin düşünsel içeriğinin araç olarak kullanılması suretiyle suçun işlenmesidir. Bahse konu suçlar genellikle ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinde fiilin basın yoluyla işlenmesinin nitelikli hal olarak düzenlendiği suçlardır.

Türk Ceza Kanunu’nun 218. maddesinde yer alan, bu Kanun’un 213 ilâ 217. maddeleri arasında düzenlenen suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek cezanın yarı oranına kadar artırılması yönündeki düzenleme; Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde yer alan, örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapma suçunun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek cezanın yarı oranında artırılması yönündeki düzenleme; Türk Ceza Kanunu’nun 318. maddesinde yer alan “Halkı askerlikten soğutma” suçunun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde cezanın yarı oranında artırılma yönündeki düzenleme, basın yoluyla işlenen suçlara örnek olarak gösterilebilir

2.Basın Düzenine Karşı Suçlar

Basın Kanunu’nda, basılmış eserin içeriği ile ilgili olmayan, Kanun’un basın faaliyetinin yürütülmesi konusunda koyduğu kurallara ve yüklediği yükümlülüklere aykırı davranışlardan kaynaklanan, basının idari düzeninin sağlanması maksadına hizmet eden, çoğunlukla yayına bağlı olmaksızın gerçekleşen suçlar da yer almaktadır. Basının yayın öncesi, yayın sırasındaki ve yayından sonraki düzeninin korunması ile ilgili olan bu suçlar; “basın düzenine karşı suçlar” olarak adlandırılmaktadır. Örneğin; Basın Kanunu’na göre, beyanname vermeden süreli yayın faaliyetine başlama, gerçeğe aykırı beyanname verme ve Kanun’un aradığı şartları taşımayanların süreli yayın çıkarmaları, basının yayın öncesi düzenine karşı suçlardır. Basılmış eserin basıldığı yer ve tarih, basımcının ve varsa yayımcının adları, varsa ticarî unvanları ve işyeri adresleri gibi bilgileri içermesi yükümlülüğüne uyulmaması yayın sırasındaki düzene, basımcının, bastığı her türlü yayının imzalı iki nüshasını, dağıtım veya yayımın yapıldığı gün, mahallin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmemesi de yayın sonrası düzene karşı suçlardır.

Basın ve Medya Hukuku alanı üstünde uzmanlaşılması gereken bir alan olup bu konuda ofisimiz gerek gerçek gerek de tüzel kişi müvekkillerine hizmet vermektedir.

Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

TAKSİRLE ADAM ÖLDÜRME/TAKSİRLE ÖLDÜRME SUÇU

Taksirle Öldürme Suçu Nedir?

Taksirle öldürme suçu; bir kimsenin dikkatsiz davranışları nedeniyle istemeden başka bir kimsenin ölümüne sebebiyet vermesidir. Bu suç, Türk Ceza Kanunu madde 85’te düzenlenmiştir.

TCK 85:

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’’

Taksirle Öldürme Suçu Nasıl Oluşur?

Taksirle öldürme suçu, bir kişinin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması ve bu davranışı sonucunda başka bir kimsenin ölümüne sebebiyet vermesi ile oluşur. Ayrıca suçun oluşabilmesi için, kişinin bu davranışıyla bir kimsenin ölümüne sebebiyet verebileceğini öngörememiş olması gerekmektedir. 

Bu kapsamda, taksirle öldürme suçunu oluşturan unsurlar  şöyle belirtilebilir:

  • Bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması,
  • Ölüm neticesinin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış nedeniyle gerçekleşmesi,
  • Kişinin, bu davranışı nedeniyle ölüm neticesinin gerçekleşeceğini öngörememiş olması,

Dikkat ve özen yükümlülüğü, birtakım tedbirler alarak ortaya çıkacak sonuçların önlenmesi yükümlülüğüdür. Bir davranışın dikkat ve özen yükümlülüğüne uygunluğu, genel hayat tecrübesine, belli bir alana ilişkin kurallara yönelik objektif değerlendirmeler yapılarak belirlenir. 

Örneğin, evde küçük çocuk bulunmasına rağmen ilaç, silah gibi eşyaların ortada bırakılması, sürücülerin trafik kurallarına uymaması, doktorların özensiz tıbbi müdahaleleri veya işverenlerin işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin kurallara uymaması gibi hususlar dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık oluşturacaktır.

Yargıtay da bir kararında; sanığın köpeğinin, yeterli sağlamlıkta olmayan zincirini koparıp, köpek kulübesi ile yol arasında herhangi bir tel örgü veya kapı olmayan yerden sokağa çıkarak ölene havlaması ve hamle yapması nedeniyle ölenin düşüp kafasını yere çarparak yaralanıp ölmesinde, sanığın taksirinin bulunduğunu belirtmiştir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2015/4475 E.  ,  2016/3877 K.)

Yargıtay başka bir kararında; sanığın, olay sırasında süratli seyrettiğine dair herhangi bir delil bulunamaması ve su kemeri ayağı arkasından aniden yola çıkan yaya çarpması fiilinde kusurunun bulunmaması sebebiyle verilen mahkumiyet kararının bozulmasına karar vermiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2006/3586 E., 2006/5159 K.)

Taksirle öldürme suçunun oluşumu bakımından yalnızca dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışın bulunması yeterli değildir. Ayrıca bu davranışın kişinin ölümü ile doğrudan ilişkilendirilebilmesi gerekmektedir.

Örneğin; A, ehliyeti olmayan kardeşi B’ye aracını vermiş ve B de trafiğe çıkarak istemeden C’nin ölümüne sebebiyet vermişse, burada A’nın taksirle öldürme sorumluluğundan bahsedilemez. Çünkü A’nın dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışı ile C’nin ölümü arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. 

Yargıtaya konu bir olayda; ölenin, elektrik çarpması sonucu yaralandığı ancak hastanede tedavi sırasında yanlış ilaç kullandığı için öldüğü ve elektrik çarpması ile ölüm arasında bağın bulunmaması nedeniyle işveren sanıkların taksirle öldürme suçundan sorumlu tutulamayacağı ifade edilerek beraatlerine karar verilmiştir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi  2015/4320 E.  ,  2016/6683 K.)

Yargıtay başka bir kararında; sanığın açtığı kuyuyu kapatacak herhangi bir önlem almaması davranışının, küçük bir çocuğun ölmesine neden olması sanıkla ilişkilendirilse de, çocuğu kurtarmak isteyen babasının kuyuya atlayarak yaralanıp ölmesi sonucunun sanığa yüklenemeyeceği belirtilmiştir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 22.04.1985 tarihli 9-410/228 karar.)

Taksirle öldürme suçunun oluşabilmesi için gerekli son ölçüt öngörülebilirliktir. Fail, ölüm neticesini tahmin edebilmesi gerekirken, o an için ölüme sebebiyet vereceğini düşünememektedir. Öngörülebilirlik; failin yaşı, zekası, tecrübesi, eğitim durumu, yaşadığı konum gibi subjektif değerlendirmeler yapılarak belirlenir.

Örneğin, A, 15 yaşındadır. Misafir olarak geldiği  B’nin de küçük bir çocuğu bulunmaktadır. A, akşam yatmadan önce düzenli olarak kullandığı siğil ilacını sürmüş ve yanındaki sehpaya koyarak yatmıştır. Sabah odaları dolaşan B’nin küçük çocuğu, ilaç şişesini içerek hayatını kaybetmiştir. Bu durumda 15 yaşındaki A, yaşı ve bulunduğu durum gereğince ölüme sebebiyet vereceğini öngöremeyebilir. Bu nedenle taksirle öldürme suçu oluşmaz.

Taksirle Öldürme Suçu Cezası

Taksirle öldürme suçu cezası, en az 2 yıl, en çok 6 yıl  hapis cezasıdır. 

Kanunda belirtilen bu sınırlar arasında verilecek kesin cezayı hakim belirler. Hakim, kesin cezayı belirlerken; suçun işleniş şeklini, suçun işlenme zamanı ve yerini, failin olaydaki kusurunun ağırlığı, failin özellikleri gibi birtakım öncülleri değerlendirerek karar verir. 

Taksirle Öldürme Suçunun Cezayı Artıran Nitelikli Halleri ve Cezaları

Taksirle öldürme suçunun cezayı artıran nitelikli halleri; bilinçli taksirle öldürme, birden çok kişinin ölümüne sebep olma ve bir veya birden çok kişinin ölümü ile bir veya birden çok kişinin yaralanmasına sebep olmadır. Taksirle öldürme suçunun cezayı artıran nitelikli halleri TCK madde 22’de ve TCK madde 85’te düzenlenmektedir.

TCK 22:

‘’(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.’’

TCK 85:

‘’(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’’

Bilinçli Taksirle Öldürme

Bilinçli taksirle öldürme, bir kimsenin ölüm neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, kendine duyduğu güven dolayısıyla dikkatsiz davranması ve bu nedenle istemeden bir kimsenin ölümüne sebep olmasıdır. 

Suçun temel halinden farklı olarak, fail burada neticeyi öngörebildiği ancak dikkatsiz davranışlarına devam ettiği için daha ağır cezalandırılmakta, cezası ⅓ – ½ oranında artırılmaktadır. 

Yargıtay bir kararında; sanığın, odada bulunan av tüfeğini alarak namlusunu ölen kişi doğrultup ‘seni vurayım mı’ şeklinde şaka yaparken tetik düşmesi sonucunda silahın ateşlenmesi ve ölenin göğüs bölgesinden vurularak ölmesi olayında, bilinçli taksirin gerçekleştiğini ifade etmiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 2006/5927 K, 2007/876 E.)

Yargıtay başka bir kararında; sanığın, meskun mahalde, alkollü bir şekilde, yağışlı havada, aşırı hızlı seyrederken kavşağa geldiğinde hızını azaltmayarak önünde seyreden bisikletli kişiye arkadan çarparak ölümüne sebebiyet vermesinin bilinçli taksirle öldürme suçunu oluşturduğuna hükmetmiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 12.11.2017 tarihli, 4840 K, 8117 E.)

Yargıtay’a konu başka bir olayda ise, iş güvenliği uzmanı tarafından olaydan önce eksiklerin tespit edilerek onaylı işyeri defterine yazılmasına rağmen işverenlerin bu eksikleri gidermemesi ve olaya konu makinenin bakım ve onarımının yapılmaması sebebiyle bir kişinin ölümüne neden oluması dolayısıyla sanıklar hakkında bilinçli taksirle öldürme suçunun oluştuğuna karar verilmiştir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi  2015/2717 E.  ,  2016/489 K.)

Birden Çok Kişinin Ölümüne Sebep Olma

Kişinin, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışı nedeniyle birden çok kişinin ölümüne sebep olması, daha çok kayba yol açtığından faile verilecek cezanın da daha ağır olması gerekmektedir. Bu nedenle birden çok kişinin ölümüne sebep olan kimse, en az 2 yıl en çok 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılır.

Örneğin, A, uzun yolculuk yaptığı bir sırada oldukça yavaş giden kamyonun arkasında seyretmekten sıkılmış ve ters şeride geçerek aracın önüne geçmek istemiştir. Bu davranışı sonucunda, ters şeritten gelen bir araç içindeki B ve eşi C’nin ölümüne sebep olmuşsa, taksirle öldürme suçunun nitelikli halinden yargılanır.

Yargıtay, uçak düşmesi sonucu 57 kişinin hayatını kaybettiği kazada, uçuş ekibinin alçalma planlarındaki usulleri doğru uygulamamaları, arazi yapısını ve coğrafi konumu doğru değerlendirememeleri, pilotların eğitimlerinin eksik olması, uçakta birtakım cihazların arızalı olması nedeniyle taksirle birden çok kişinin ölümüne sebep olma suçuna karar vermiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2010/2357 E., 2010/2913 K.)

Bir veya Birden Çok Kişinin Ölümü İle Birlikte Bir veya Birden Çok Kişinin Yaralanmasına Sebep Olma

Bir kimsenin, dikkatsiz davranışı nedeniyle, bir veya birden çok kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden çok kişinin yaralanmasına sebep olması halinde yine nitelikli hal söz konusu olacak ve kişi, 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Bu nitelikli hal dolayısıyla failin ayrıca taksirle yaralama suçundan sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. 

A’nın ters şeritte ilerlediği örnekte, A’nın karşıdan gelen ve içinde B ve C’nin bulunduğu araca çarpması nedeniyle yoldan çıkması ve yol kenarında yürüyen D ve E’ye çarparak yaralanmasına sebep olması halinde A, birden çok kişinin ölümü ile birlikte birden çok kişinin yaralanmasına sebep olduğundan taksirle öldürme suçunun nitelikli halinden yargılanacaktır. 

Yargıtaya konu bir olayda; sürücü belgesi bulunmayan alkollü sanık, seyir halinde iken direksiyon hakimiyetini kaybederek arabada bulunan X’in ölümüne ve Y’nin de vücudunda kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Yargıtay, sanık hakkında taksirle öldürme suçunun nitelikli hali bakımından yargılanmasına karar vermiştir. (Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2015/1073 E.  ,  2016/386 K.)

Taksirle Öldürme Suçunun Cezayı Azaltan Nitelikli Halleri ve Cezaları

Taksirle öldürme suçunun cezayı azaltan nitelikli hali, kişi hakkında verilecek cezanın kaldırılmasını veya daha az ceza verilmesini gerektiren durumlardır. Bu durumlar TCK 22’de düzenlenmiştir.

TCK 22/6:

‘’(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.’’

Failin, Kişisel ve Ailevi Durumu Bakımından Ceza Verilmesini Gereksiz Kılacak Derecede Mağdur Olması

Taksirle öldürme suçunu işleyen kişinin, ölümüne sebebiyet verdiği kimselerin yakın akrabası olması ve buna bağlı olarak duyduğu acı sebebiyle mağdur olması halinde kişiye ceza verilemez veya bilinçli taksir söz konusuysa ceza ½ – ⅙ oranında indirilebilir. 

Bu nitelikli halin uygulanabilmesi için, failin ölümüne sebebiyet verdiği kimselerin aileden ve yakın kişiler olması önem taşımaktadır. Yargıtay da, ölen kişinin sanığın babaannesi, kızı, kardeşi, torunu, oğlu, annesi ve üvey kızı olması durumunda bu nitelikli halin uygulanmasına yönelik kararlar vermektedir. 

Örneğin bir kararında, sanığın, kullandığı traktörün devrilmesi sonucunda çamurluğunda oturan kardeşinin ölümüne sebebiyet vermesi olayında TCK 22/6’daki şartların gerçekleştiğine hükmetmiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 6.11.2006 tarihli, 4199 E, 5793 K,)

Ancak Yargıtay, sanığın, amcasının oğlu  veya eniştesini öldürmesi durumunda bu nitelikli halin uygulanmayacağına hükmetmiştir. (Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 30.05.2007, 677/4851)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu da önüne gelen bir dosyada, sanığın yaptığı kaza sonucu, taksirle ölümüne neden olduğu annesi ve kız kardeşi bakımından cezasızlık sebeplerinin var olduğu yönünde karar verirken, aynı kazada hayatını kaybeden ve aynı evde ikamet etmediği halası ve yeğenini cezasızlık kapsamında değerlendirmemiş, halası ve yeğeni hakkında taksirle öldürme suçundan hüküm almasına karar vermiştir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2015/12239 E., 2018/321 K.)

Hangi kişilere karşı meydana gelen eylemlerin bu hüküm kapsamında değerlendirileceği ve meydana gelen ölüm sonucunda failde oluşan mağduriyetin cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede olup olmadığı hususu, hakim tarafından somut olayın özelliklerine göre takdir edilecektir. 

Taksirle Öldürme Suçunda Etkin Pişmanlık 

Taksirle öldürme suçu, etkin pişmanlık hükümleri uygulanacak suçlar kapsamında değildir. Bu itibarla, taksirle öldürme suçunu işleyen kişilerin, sonradan pişmanlık duyması ve ortaya çıkan zararı azaltmaya çalışması halinde dahi verilecek cezada indirime gidilemeyecektir.

Taksirle Öldürme Suçuna Teşebbüs, İştirak ve İçtima

Teşebbüs, suç işlemek amacıyla harekete geçilmesi ancak elde olmayan sebeplerden suçun tamamlanamamasıdır. Taksirle öldürme suçuna teşebbüs mümkün değildir. Çünkü, teşebbüsün gerçekleşebilmesi için bir suç işleme amacı bulunmalıdır. Ancak taksir halinde, kişi istemeden suça sebebiyet vermektedir.

İştirak, işlenen bir suça katılmak, ortak olmaktır. Taksirle öldürme suçunda iştirak hükümleri uygulanmaz. Çünkü iştirak için, bir suç işleme iradesinin bulunması gerekmektedir. Ancak taksirle işlenen suçlarda, kişi istemeden suç işlemektedir.

İçtima, kişinin davranışı ile birden çok suça sebebiyet vermesidir. Taksirle öldürme suçunda içtima hükümlerininin uygulanması mümkündür. Bu durumda, suçu işleyen kişi en ağır cezayı gerektiren suçun cezası ile cezalandırılır.

Örneğin, alkollü bir şekilde trafiğe çıkan bir kimse, birinin ölümüne sebebiyet vermişse bu durumda hem trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçunu hem de taksirle öldürme suçunu işlemiş olur. Bu bakımından taksirle öldürme suçu daha ağır cezayı gerektirdiğinden bu suçtan yargılanacaktır. 

Taksirle Öldürme Suçunun Soruşturma Aşaması

Taksirle öldürme suçunun soruşturma aşaması, yetkili makamlara yapılacak şikayet veya ihbar ile başlayan ve dava açılıp açılmayacağına ilişkin kararla son bulan aşamadır.

Soruşturma aşamasının amacı, şikayet veya ihbara konu suçun işlenip işlenmediğine yönelik araştırma yaparak gerçeğin aydınlatılmasıdır. Bu amaca yönelik soruşturma aşamasında gerçekleştirilebilecek işlemler şunlardır:

  • Şikayet – ihbar
  • Gözaltı
  • Delillerin toplanması
  • İfade ve sorgu
  • Uzlaşma
  • Adli Kontrol
  • Tutuklama

Şikayet-İhbar

Şikayet ya da ihbar, suçun yetkili makamlara bildirilmesidir. Ancak şikayet, suç nedeniyle zarar gören kimseler tarafından yapılırken ihbar suçu bilen herkes tarafından yapılabilir. Taksirle öldürme suçu şikayete tabi bir suç değildir. Dolayısıyla suçun herhangi bir şekilde öğrenilmesi ile soruşturmaya başlanabilir. Ayrıca mağdurun şikayeti aranmaz.

Şikayet ya da ihbar, cumhuriyet başsavcılığına veya kolluk kuvvetlerine sözlü ve yazılı olarak yapılabilir. Taksirle öldürme suçunda şikayet ve ihbarda bulunmak için herhangi bir süre söz konusu değildir.

Gözaltı

Gözaltı, şüphelinin geçici olarak nezarethane adı verilen yerde tutulmasıdır. Taksirle öldürme suçunda da gözaltı kararı verilebilmesi mümkündür ancak bu kararın suçun soruşturması bakımından gerekli olması ve suçun işlendiğine dair somut delillerin bulunması gerekmektedir. 12 yaşından küçükler ve 15 yaşından küçük sağır ve dilsizler gözaltına alınamaz.

Gözaltı kararının verilmesi halinde, şüpheli en fazla 24 saat süreyle gözaltına alınır ve yine bu süre içinde hakim karşısına çıkarılır. 24 saatlik sürenin dolmasına rağmen hakim karşısına çıkarılmayan şüpheli, tazminat davası açabilir. Tazminat davası, şüphelinin ikametgahının bulunduğu ağır ceza mahkemesinde açılır. Dava açma süresi, kararın kesinleşmesinden itibaren 3 ay veya her halde 1 yıldır. 

Gözaltı karar ve sürelerine karşı itiraz mümkündür. Bu noktada, şüpheli, eşi, veli/vasi, birinci ve ikinci dereceden kan hısımları (çocuklar, kardeşler, dede-nine) vakit kaybetmeksizin kararı veren sulh ceza hakimliğine itirazda bulunabilir. İtiraz başvurusu en geç 24 saat içinde sonuçlandırılır. 

Delillerin Toplanması

Delillerin toplanması, işlendiği iddia edilen suça ilişkin hususların aydınlatılması amacıyla gerçekleştirilen bir işlemdir. Genellikle soruşturma aşamasında yürütülen bir işlem olmakla birlikte her aşamada delil toplanabilmesi mümkündür. Soruşturma aşamasında savcı, yalnızca şüpheli aleyhine değil lehine delilleri toplamakla da yükümlüdür. 

Taksirle öldürme suçunda, özellikle tanık ifadeleri, kamera kayıtları, olay yeri inceleme tutanakları, alanında uzman bilirkişilerin hazırladığı raporlar ve şüphelinin beyanları da dahil olmak üzere her şey delil olarak toplanabilir. 

Suça ilişkin unsurlara yönelik kanıt oluşturan her şey delil olarak toplanabilir ancak toplanan bu delillerin hukuka uygun olarak elde edilmesi zorunludur. Hukuka uygun elde edilmeyen deliller yargılama aşamasına geçildiğinde değerlendirilmez. Ayrıca değerlendirilmeyen bu deliller şüpheli hakkında verilecek kararı da etkilemez.

Örneğin; taksirle öldürme suçunu işleyen kimsenin, şok içinde olması ve iradi davranışlar gösterememesine rağmen ifade odasına alınarak zorla konuşturulması ve bu ifadenin tutanağa geçirilmesi hukuka aykırılık oluşturur. Bu tutanağın mahkemede kullanılabilmesi mümkün değildir. 

İfade ve Sorgu

İfade ve sorgu, suç şüphesi altında bulunan kişilerin suça konu olay hakkında beyanlarının alınmasıdır. İfade, kolluk kuvvetleri veya savcı tarafından gerçekleştirilirken, sorgu sulh ceza hakimi ve mahkeme tarafından yürütülür. Bu makamlar dışındaki kimselerce alınan ifade ve sorgu delil olarak değerlendirilemez.

İfade ve sorgusu gerçekleştirilecek kişi, yetkili merci tarafından çağrılır. Yapılan çağrıya uymayan kimse, kolluk kuvvetleri aracılığıyla zorla getirilir. Zorla getirilen kişinin, çağrıya uymaması sebebiyle neden olduğu giderleri ve hakim tarafından belirlenecek para cezasını ödemesine karar verilebilir. 

Yetkili merci huzuruna getirilen kişinin öncelikle kimlik tespiti yapılır. Kimlik tespitinden sonra kendisine yüklenen suç ve bu süreçte sahip olduğu haklar öğretilir. Kişisahip olduğu haklar kapsamında; avukat isteyebilir, yakınlarına haber verebilir, kendisi lehine delillerin toplanmasını isteyebilir veya susma hakkını kullanmak isteyebilir.

İfade ve sorguda susma hakkını kullanmak isteyen kişi, hiçbir şekilde açıklama yapmak zorunda değildir. Buna karşılık, konuşmak istiyorsa bu isteği özgür iradesine dayanmalıdır. Korkutma, aldatma, ilaç verme, hukuka aykırı yarar vaat etme gibi yasak usullerle konuşturulması sağlanamaz. Aksi halde, kişinin beyanları kendisi aleyhine kanıt olarak kullanılamaz.

İfade ve sorgu sonunda, sorulan sorular ve cevapları içeren bir tutanak tutulur. Bu tutanak, yapılacak yargılamada delil olarak kullanılabilir. Bu nedenle, tutanak imzalanmadan önce dikkatle okunmalı ve gerçek olmayan hususlar varsa imza atılmamalıdır. İmza atılmama nedeni, tutanağa geçirilmelidir.

İfade ve sorgu aşaması, suç şüphesi altında bulunan kişiler için kendilerini savunabilecekleri ilk aşamadır. Dolayısıyla usulüne uygun ve etkili bir ifade/sorgu süreci geçirilmesi yapılacak yargılamaya etkisi bakımından önemlidir. Bu nedenle sürece hakim, alanında uzman bir ceza avukatına danışmakta fayda vardır. 

Uzlaşma

Taksirle öldürme suçu şikayete tabi bir suç olmadığından uzlaşma yoluna gidilemez. 

Adli Kontrol

Adli kontrol, tutuklama nedenlerinin bulunduğu hallerde uygulanabilecek bir koruma tedbiridir. Özgürlüğü daha az kısıtlayıcı olması sebebiyle tutukluluk kararı yerine adli kontrol kararı verilebilmektedir.

Taksirle öldürme suçunda adli kontrol kararı verilmesi mümkündür. Adli kontrol kararı verilmesi halinde, kişi birtakım yükümlülüklere uyması şartıyla serbest bırakılır. Bu kapsamda; kişinin yurt dışına çıkması, araç kullanması ve silah bulundurması yasaklanabilir, belirli aralıklarla imza atma yükümlülüğü öngörülebilir. Yükümlülüklere uyulmaması halinde kişi hakkında tutuklama kararı verilebilir. 

Taksirle öldürme suçunda uygulanacak adli kontrol süresi, suçun temel hali ve nitelikli hali bakımından farklılık göstermektedir. Buna göre;

  • Taksirle öldürme suçunun temel hali bakımından adli kontrol süresi en fazla 2 yıldır ancak bu süre en fazla 1 yıl daha uzatılabilir.
  • Taksirle öldürme suçunda, birden fazla kişinin ölümüne veya ölüm ile birlikte yaralamaya sebep olunmuşsa adli kontrol süresi en fazla 3 yıldır ancak bu süre en fazla 3 yıl daha uzatılabilir.

Belirtilen adli kontrol süreleri, 18 yaşından büyükler için geçerlidir. 18 yaşından küçükler için adli kontrol süreleri yarı oranında uygulanır. 

Verilen adli kontrol kararına karşı; şüpheli, müdafii(avukatı), eşi, veli/vasi itirazda bulunabilir. İtiraz başvurusu, 7 gün içinde asliye ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılır. 7 günlük sürenin kaçırılması halinde, üst merciye itirazda bulunma hakkı kaybedilir. Yalnızca kararı veren hakime adli kontrol kararının kaldırılmasına ilişkin talepte bulunulabilir.

Tutukluluk

Tutukluluk, kanunda belirtilen sebeplerin bulunması halinde kişinin ‘tutukevi’ olarak adlandırılan yerde tutulmasıdır. Taksirle öldürme suçunda tutuklama kararı verilmesini gerektirecek hususlar şunlardır:

  • Tutukluluk kararı verilecek kişinin, suçu işleme ihtimalinin yüksek olması,
  • Tutukluluk kararı verilecek kişinin, kaçma, saklanma, delilleri karartma, tanık mağdur gibi kimseler üzerinde baskı yapacağına ilişkin somut bulgular varsa.

Taksirle öldürme suçunda tutukluluk süresi tıpkı adli kontrolde olduğu gibi suçun işleniş şekline göre değişiklik göstermektedir. Buna göre;

  • Failin davranışı, taksirle öldürme suçunun temel halini oluşturuyorsa, tutukluluk süresi en fazla 1 yıldır. Ancak bu süre gerekli görülen hallerde 6 ay daha uzatılabilir.
  • Failin davranışı, birden fazla kişinin ölümüne veya ölüm ile birlikte yaralamaya sebep olmuşsa tutukluluk süresi en fazla 2 yıldır. Bu süre gerekli görülen hallerde 3 yıl daha uzatılabilir. 

Bahsedilen tutukluluk süreleri 18 yaşından büyükler için geçerlidir. 15-18 yaş aralığındaki çocuklar için tutukluluk süreleri ⅔ oranında uygulanır.

Tutuklama karar ve sürelerine karşı; şüpheli, müdafii(avukatı), eşi, veli/vasi itirazda bulunabilir. İtiraz, 7 gün içinde asliye ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile veya zabıt katibine bu yöndeki talebin bildirilmesiyle yapılır. 

Taksirle Öldürme Suçunda Soruşturma Sonucu Verilebilecek Kararlar

Taksirle öldürme suçunda soruşturma sonucu verilebilecek kararlar şunlardır: 

  • Soruşturmaya yer olmadığı kararı (SYOK),
  • Kovuşturmaya yer olmadığı kararı (KYOK) 
  • İddianamenin düzenlenmesi 

Soruşturmaya Yer Olmadığı Kararı (SYOK)

Soruşturmaya yer olmadığı kararı, şikayet veya ihbar konusu davranışın açıkça suç oluşturmaması ya da genel ve soyut nitelikte olması halinde verilen karardır. Bu karar ile kişi hakkında soruşturma açılmaz ve kişiye şüpheli sıfatı verilmez.

Örneğin, “İstanbul’da dikkatsiz sürücüler yüzünden binlerce çocuk ölüyor” şeklindeki bir ihbar, genel ve soyut nitelikte olduğundan ve belli bir kişiye yüklenemeyeceğinden soruşturmaya yer olmadığı kararı verilecektir. 

Soruşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin hatalı olduğu düşünülüyorsa, kararın öğrenilmesinden itibaren 15 gün içinde kararı veren savcının bağlı olduğu sulh ceza hakimine verilecek bir dilekçe ile itirazda bulunulabilir. 

Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı (KYOK)

Kovuşturmaya yer olmadığı kararı, kişi hakkında dava açılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı veya dava açılmasına engel hususların varlığı halinde verilen karardır. 

Taksirle öldürme suçunda, suçun işlendiğine dair yeterli kanıt yoksa veya kişi hakkında bu suça ilişkin daha önce açılmış bir dava ya da verilmiş bir karar varsa kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.

Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edilebilir. İtiraz, kararın öğrenilmesinden itibaren 15 gün içinde, kararı veren savcının bağlı olduğu sulh ceza hakimliğine verilecek bir itiraz dilekçesi ile yapılır. 

İddianamenin Düzenlenmesi

İddianamenin düzenlenmesi, savcının şüpheli hakkında dava açılmasına yönelik talebini içeren işlemidir. Soruşturma aşamasının sonunda, toplanan deliller suç işlendiğine yönelik yeterli kanıt oluşturuyorsa ve KYOK kararı da verilemiyorsa savcı iddianame düzenler. Düzenlenen bu iddianame mahkemeye sunulur, iddianamenin mahkemece kabulü ile kamu davası açılmış olur.

Taksirle Öldürme Suçunun Savunması

Taksirle öldürme suçunun savunması, uzun süreler hapis cezası gerektiren bir suç olması bakımından önem taşımaktadır. Kişi, soruşturma ve yargılama aşamalarında yapacağı savunma ile suçtan kurtulabilir veya verilecek cezanın indirilmesini sağlayabilir. Bu bakımdan suça yönelik yapılacak savunmada şu hususlar ileri sürülebilir:

  • Dikkat ve özen yükümlülüğüne uyulmasına rağmen ölüm neticesinin gerçekleştiği,
  • Suça konu davranışla ölüm neticesi arasında bir ilişki bulunmadığı, 
  • Sanığın, ölüm neticesinin gerçekleşmesinin öngörülebilmesinin mümkün olmadığı,
  • Sanığın, öngörülebilir ölüm neticesini öngöremediği bu nedenle bilinçli taksir unsurlarının oluşmadığı,
  • Suçun oluşumunda sanığın kusurunun daha az olduğu,
  • Ölenin, sanığın cezasında indirim yapılacak veya cezasını kaldıracak kimselerden olduğu ve sanığın hissettiği acı nedeniyle mağdur olduğu, 
  • Şüpheli/sanığın akıl hastalığının bulunduğu,
  • Şüpheli/sanığın yaşının küçük olduğu, cezasında indirime gidilmesi gerekeceği,
  • Sanığın sağır ve dilsiz olduğu ve cezalandırılamayacağı veya cezasında indirime gidilmesi gerektiği,
  • Sanığın suçu, başkasından gördüğü tehdit ve şiddet nedeniyle gerçekleştirdiği,
  • Sanık hakkında gerçekleştirilen işlemler veya yargılamada usule aykırılıkların bulunduğu,
  • Toplanan delillerin, sanığın taksirle öldürme suçunu işlediğine yönelik yeterli kanıt oluşturmadığı,
  • Delillerin elde edilme yönteminin hukuka aykırı olduğu, karar aşamasında değerlendirilemeyeceği.

Tüm bu hususlar suça yönelik genel değerlendirmeler bağlamında sürülebilecek iddialardır. Dolayısıyla kişilerin savunmasını, dosyasındaki hususlara göre ve hukuki çerçevede yapması önem taşımaktadır. Bu nedenle, savunmanın önemi ve etkinliği bakımından uzman bir ceza avukatına danışmakta fayda vardır. 

Taksirle Öldürme Suçunda Ceza Yargılaması Aşaması

Taksirle öldürme suçunda ceza yargılaması aşaması, mahkemece iddianamenin kabulü ile başlayıp yine mahkemece bir karara varılması ile sona eren aşamadır. Ceza yargılaması aşamasına kovuşturma adı da verilir. Bu aşamada, şüpheli artık sanık sıfatını alır. Ölen kişinin yakınları da davaya katılma talebinde bulunarak ‘katılan’ sıfatını alabilir.

Taksirle öldürme suçunun ceza yargılaması aşaması, genel hükümlere göre yürütülür. Bu kapsamda, sanığın sorgusu yapılır, tanıklar dinlenir, alanında uzman bilirkişilerin görüşü alınır, hakim suçun işlendiği yer keşfe gidebilir ve toplanan deliller değerlendirilerek suça konu olayda gerçek ortaya çıkarılmaya çalışılır. 

Kovuşturma aşamasının sonunda, yapılan değerlendirmeler ve edinilen bilgiler ışığında hakim bir kanaate varır ve dava konusu suça ilişkin bir karar verir. Verilen bu kararlara karşı istinaf ve temyiz (Yargıtay) kanun yoluna gidilebilir.

Taksirle bir insanın ölümüne neden olma halinde yetkili ve görevli mahkeme, suçun işlendiği yer asliye ceza mahkemesidir. Birden fazla insanın ölümüne yahut bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olunması halinde yetkili ve görevli mahkeme suçun işlendiği yer Ağır Ceza Mahkemesidir. 

Taksirle Öldürme Suçunda Zamanaşımı

Taksirle öldürme suçunda dava zamanaşımı süresi 15 yıl, ceza zamanaşımı süresi 20 yıldır. Zamanaşımı süreleri, suçun işlendiği tarihte 12-15 yaş aralığındaki çocuklar için yarı oranında, 15-18 yaş aralığındaki çocuklar için üçte ikisi oranında uygulanır. 

Taksirle öldürme suçunda dava zamanaşımı süresi, mağdurun ölüm anından itibaren başlar. Ceza zamanaşımı süresi ise, mahkeme tarafından kişi hakkında verilecek kararın kesinleşmesi ile başlar. Karar, üst mahkemelere (istinaf, yargıtay) başvurulmuşsa bu mahkemelerin hükmüyle, başvurulmamışsa yerel mahkemenin hükmüyle kesinleşir. 

Dava zamanaşımı süresinin dolması halinde kişi hakkında dava açılamaz veya dava açılmış ise, dava düşer ve  herhangi bir karara hükmedilemez. Ceza zamanaşımı süresinin dolması halinde ise, kişiye işlediği suç nedeniyle verilen cezanın infazı gerçekleştirilemez. 

Taksirle Öldürme Suçunda Mahkemenin Verebileceği Kararlar

Taksirle öldürme suçunda mahkemenin verebileceği kararlar şunlardır:

  • Beraat,
  • Ceza verilmesine yer olmadığı kararı (CYOK),
  • Mahkumiyet,
  • Adli para cezasına çevirme,
  • Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB),
  • Cezanın ertelenmesi,
  • Davanın düşmesi.

Beraat

Beraat, sanığın suçsuz olduğuna kanaat getirilmesi halinde verilen karar türüdür. Taksirle öldürme suçunda da, mahkeme sanığın bu suçu işlemediğine karar verirse, sanığın beraatine hükmeder. Beraat kararı ile, kişinin sicilinde bu suça yönelik hiçbir kayıt kalmaz. 

Yargıtay, bir kararında sanık hakkında maktulü taksirle öldürme suçundan dolayı yapılan yargılama sonucunda elde edilen delillerin, hükümlülüğe yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararına hükmetmiştir. (Yargıtay 1. CD., 2013/4117 E., 2014/5970 K.

Ceza Verilmesine Yer Olmadığı Kararı (CYOK)

Yargılamaya konu davranışın  suç oluşturduğu kabul edilmekle birlikte failin durumu nedeniyle ceza verilemiyorsa, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir. Taksirle öldürme suçunda CYOK kararı şu hallerde verilir: 

  • Sanığın 12 yaşından küçük olması,
  • Sanığın sağır ve dilsizliği nedeniyle kusurunun bulunmaması,
  • Sanığın; alkol, uyuşturucu gibi geçici nedenler altında bulunması, (Olaya göre kusurluluk oranı değerlendirilir.)
  • Sanığın suça konu davranışı, cebir, şiddet veya tehdit nedeniyle gerçekleştirmiş olması,
  • Sanığın, ölümüne neden olduğu kişinin sanığa çok yakın biri olması ve sanığın duyduğu acı nedeniyle ceza verilmesinin gereksiz olması.

Mahkumiyet 

Mahkumiyet, sanığın suç işlediğinin, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması durumunda verilen karar türüdür. 

Sanığın mahkumiyetine karar verilmesi durumunda, verilecek cezaya da hükmolunur. Buna karşılık, ceza yerine güvenlik tedbirleri uygulanabileceği gibi yalnızca güvenlik tedbirinin uygulanmasına da karar verilebilir. Taksirle öldürme suçunun sanığı hakkında uygulanabilecek güvenlik tedbirleri şunlardır:

  • Sanık 3 ay ila 3 yıl arasında meslekten yasaklanabilir,
  • Sanığın sürücü belgesi geri alınabilir, 
  • Sanık akıl hastası veya çocuksa bu kişilere özgü tedbirler uygulanabilir,
  • Sanık yabancıysa, sınır dışı edilebilir,
  • Sanık daha önce taksirle bir suç işlemişse, tekerrür hükümleri uygulanır. (18 yaşından küçükler hakkında tekerrür hükümleri uygulanamaz)

Tekerrür, kişinin bir suçtan mahkumiyeti sonrasında tekrar yeni bir suç işlemesidir. Tekerrür hükümleri kapsamında; sanığın işlediği suç adli para cezasını gerektirse de hapis cezası uygulanır, kişi hapiste daha fazla kalır, cezası infaz edilse dahi denetim şartıyla serbest bırakılır. 

Hakim, sanığın geçmişi, sosyal ilişkileri ve yargılama aşamasındaki pişmanlığını da göz önüne alarak cezasında  ⅙ oranında takdiri indirime gidebilir. Bu durum uygulamada iyi hal indirimi olarak da bilinir. Ancak sanığın bu indirimden yararlanmak için mahkemeyi etkileyecek tavırlar sergilemesi halinde ‘iyi hal indirimi’ uygulanmaz.

Adli Para Cezasına Çevirme

Adli para cezasına çevirme, sanığa verilecek 1 yıl veya daha az hapis cezalarının para cezasına çevrilmesine ilişkin karar türüdür. Kural bu olmakla birlikte, taksirle işlenen suçlarda hapis cezası 1 yıldan fazla olsa dahi para cezasına çevirme kararı verilebilir. Ancak suçun bilinçli taksirle işlenmemesi gerekir.

Adli para cezasına çevrilme kararı verilmesi halinde, hakim tarafından en az 5 en çok 750 gün olmak üzere bir gün sayısı belirlenir. Belirlenen bu gün sayısı ile günlük ödenecek en az 20 en çok 100 liralık miktar çarpılır. Bu işlem sonucunda çıkan değer sanığın ödemesi gereken adli para cezası olarak tespit olunur. 

Hakim, belirlediği para cezasının tek seferde veya taksitlerle ödenmesine karar verebilir. Tek seferde ödenmesine karar verdiği durumda, sanık ceza miktarını en fazla 1 yıl içinde ödemelidir. Taksitlerle ödenmesine karar verilmesi halinde ise, ceza miktarı en fazla 2 yıl içinde ödenmelidir. Aksi halde, hapis cezasının uygulanmasına karar verilebilir. 

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı (HAGB)

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, sanık hakkında verilecek hükmün açıklanmasının ertelenmesidir. HAGB kararının verilmesi ile, sanık hakkında hükmolunan cezai yaptırımlar sonuç doğurmamaktadır. Taksirle öldürme suçunda HAGB kararı verilebilmesi için gerekli şartlar şunlardır:

  • Sanığa verilecek cezanın 2 yıl veya daha az süreli hapis cezası ya da adli para cezası olması,
  • Sanığın, daha önce kasten işlemiş olduğu bir suçtan mahkumiyetinin olmaması,
  • Sanığın, bir daha suç işlemeyeceğine ilişkin inanç oluşturması,
  • Sanığın, uğranılan zararı tazmin yoluyla giderilmesi.

Bu şartların bulunması halinde hakim HAGB kararı verebilir. HAGB kararı verilmesi halinde, sanık 5 yıl süre ile birtakım yükümlülüklere uymak şartıyla denetime tabi tutulur. Denetim süresince, yükümlülüklerine uyan ve kasten suç işlemeyen sanığın cezası infaz edilmiş sayılır.

Sanık, 5 yıllık denetim süresi içinde yükümlülüklerine uymaz ya da kasten bir suç işlerse, başlangıçta açıklanması ertelenen hüküm açıklanır ve hükümde belirtilen yaptırımların uygulanmasına geçilir. Hakim, sanığın durumunu da değerlendirerek cezanın yarısının uygulanmasına, cezasının ertelenmesine veya başka seçenek yaptırımlara karar verebilir. 

Verilen HAGB kararlarına karşı, 7 gün içinde kararı veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle itirazda bulunulabilir. İtiraz kanun yoluna, şüpheli ile birlikte eşi, müdafii (avukatı), veli/vasi de başvurabilir.  

Cezanın Ertelenmesi

Cezanın ertelenmesi, birtakım yükümlülüklere uyulması şartıyla sanığa verilecek hapis cezasının bir süre infaz edilmemesi kararıdır. Taksirle öldürme suçunda cezanın ertelenmesi kararı verilebilmesi için gerekli şartlar şunlardır:

  • Sanığa 2 yıl veya daha az süreli hapis cezasının verilmesi (18 yaşından küçük ve 65 yaşından büyükler için 3 yıl veya daha az süreli olması)
  • Sanığın, kasten işlemiş olduğu bir suçtan 3 aydan fazla mahkumiyetinin bulunmaması, 
  • Sanığın gösterdiği pişmanlık nedeniyle bir daha suç işlemeyeceğine dair kanaat oluşması.

Bu hususların sağlanmış olması halinde, hakim cezanın ertelenmesi kararı verebilir. Cezanın ertelenmesi kararı ile birlikte en az 1 yıl en çok 3 yıl süre ile bir denetim süresi belirlenir. Belirlenen bu süre içinde, sanığa meslek sahibi olmak gibi birtakım yükümlülükler öngörülebilir. Buna karşılık hakim, denetim süresinin belli şartlar olmadan da geçirilmesine karar verebilir. 

Hakim tarafından belirlenmiş yükümlülüklere uyan ve denetim süresi içinde kasten bir suç işlemeyen sanığın cezası infaz edilmiş sayılır. Ancak yükümlülüklere aykırı davranışlara ısrarla devam eden veya kasten bir suç işleyen sanığın ertelenmiş olan hapis cezasının infazına karar verilir. Böylece sanık, cezasının kalan kısmını cezaevinde tamamlar. 

Davanın Düşmesi

Davanın düşmesi, yargılamanın bir hüküm verilmeksizin sonlandırılmasıdır. Taksirle öldürme suçunda davanın düşmesi kararı verilebilecek haller şunlardır:

  • Sanığın hayatını kaybetmesi,
  • Genel af ilan edilmesi,
  • 15 yıllık dava zamanaşımı süresinin dolması,
  • Sanığın yargılamaya konu fiili nedeniyle zaten açılmış bir dava veya daha önceden verilmiş bir kararın bulunması,

Taksirle Öldürme Suçunda İstinaf ve Yargıtay Süreci

Taksirle öldürme suçunda istinaf kanun yoluna başvurabilmek mümkündür. İstinaf başvurusu, kararı veren mahkemeye verilecek istinaf dilekçesi ile veya zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. İstinaf başvurusu, kararın tebliğinden itibaren 7 gün içinde yapılmalıdır. Aksi halde istinafa başvuru hakkı kaybedilir ve kararın infazına geçilir. 

Taksirle öldürme suçunda, Yargıtay’a başvurabilmek genel anlamda mümkündür. Ancak verilen kararın niteliğine göre bazı hallerde Yargıtay’a başvurulamayabilir. Yargıtay’a başvurulamayacak haller şunlardır:

  • İlk derece mahkemelerinin verdiği 5 yıl veya daha az süreli hapis cezası kararları, 
  • Hapis cezasından çevrilen adli para cezası kararları,
  • Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin kararlar,
  • İstinaf mahkemesinin 5 yıl veya daha az süreli hapis cezası kararlarını artırmayan kararları.

Yargıtay’a başvuru, istinaf mahkemesi olan bölge adliye mahkemesine verilecek bir temyiz dilekçesi ile veya zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Yargıtay’a başvuru süresi, kararın öğrenilmesinden itibaren 15 gündür. Bu süre içinde başvuru yapılmaması halinde, Yargıtay’a başvuru hakkı kaybedilir. Hüküm istinaf mahkemesinin kararıyla kesinleşir.

Taksirle öldürme suçu, 15 yıla kadar hapis cezası uygulanabilecek bir suç tipidir. Dolayısıyla yargılama aşamasının başından sonuna kadarki sürecin(karakol/savcılık aşamasından itibaren) etkin bir şekilde yönetilmesi ve hukuki bağlamda etkin ve agresif savunmalar yapılarak hak kaybının en aza indirilmesi önem taşımaktadır. Bu noktada mutlaka bir uzman bir ceza avukatından destek alınmalı, kendinizin veya yakınlarınızın özgürlüğü riske atılmamalıdır.

KAYNAK : Avukat Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

VERGİ KAÇAKCILIĞI SUÇU

VERGİ KAÇAKÇILIĞI SUÇU

Vergi kaçakçılığı suçu Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde Vergi Usul Kanunu’na göre düzenlenen veya tutulan ve buna ek olarak saklanması ve ibraz edilmesi gereken defter, kayıt ve belgelere ilişkin olarak suçu oluşturan fiiller ve cezaları 4 grupta düzenlenmiştir

VERGİ KAÇAKÇILIĞI SUÇUNU OLUŞTURAN FİİLER VE CEZALARI

1) Vergi Kanunu’na göre düzenlenen veya tutulan ve buna ek olarak saklanması ve ibraz edilmesi gereken defter ve kayıtlarda;

-Hesap ve muhasebe hileleri yapanlar

-Gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler adına hesap açanlar

-Defterlere kaydı gereken hesap ve işlemleri vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydedenler

-Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler

-Defter, kayıt ve belgeleri gizleyenler. Defter, kayıt ve belgelerin gizlenmesi, varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle (“bir kimsenin verdiği sözü temin veya sözünün doğruluğunu tasdik için kanun ile muayyen sözleri söylemesi veya hareketleri yapması”) sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi olarak karşımıza çıkar.

-Defter, kayıt ve belgeleri içerik (Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan) itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar hakkında on sekiz aydan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

2) Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgeleri

-Yok edenler,

-Defter sayfalarını yok edenler,

-Defter sayfalarını yok ederek yerine başka yaprak koyanlar,

-Belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler

-Belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyerek kullananlar ise üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

3) Vergi Kanunu hükümlerine göre ancak Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

4) Hazine ve Maliye Bakanlığınca yetkilendirilmediği halde, ödeme kaydedici cihaz mührünü kaldıran,

5) Hazine ve Maliye Bakanlığınca yetkilendirilmediği halde, donanım veya yazılımını değiştiren,

Hazine ve Maliye Bakanlığınca yetkilendirilmiş olsun ya da olmasın;

  • Ödeme kaydedici cihazın hafıza birimlerine, elektronik devre elemanlarına veya harici donanım veya yazılımlarla olan bağlantı sistemine ya da kayıt dışı satışın önlenmesi için kurulan elektronik kontrol ve denetim sistemleri veya ilgili diğer sistemlere fiziksel veya bilişim yoluyla müdahale ederek; gerçekleştirilen satışlara ait mali belge veya bilgilerin cihazda kayıt altına alınmasını engelleyen,
  • Cihazda kayıt altına alınan bilgileri değiştiren veya silen,
  • Ödeme kaydedici cihaz veya bağlantılı diğer donanım ve sistemler ya da kayıt dışı satışın önlenmesi için kurulan elektronik kontrol ve denetim sistemleri veya ilgili diğer sistemler tarafından Hazine ve Maliye Bakanlığı veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarına elektronik ortamda iletilmesi gereken belge, bilgi veya verilerin iletilmesini önleyen veya bunların gerçeğe uygun olmayan şekilde iletilmesine sebebiyet verenler hakkında

Üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Vergi kaçakçılığı suçunu oluşturan bu filler sonucunda verilen cezadan indirim halleri ve bu ceza indiriminden faydalanabilmek için gereken şartlar yine Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde belirtilmiştir. Bu maddede düzenlenen suçların birden fazla takvim yılı veya vergilendirme donemi içinde aynı suç isleme kararının icrası kapsamında islenmesi halinde, zincirleme suç oluşmuş olur ve suç oluşturan her bir fiile tek tek ceza verilmez, onun yerine tek bir ceza verilerek Türk Ceza Kanunu’nun 43 . maddesi uyarınca verilecek olan bu ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar arttırılır.

VERGİ KAÇAKÇILIĞI SUÇUNUN CEZASINDA ZAMANAŞIMI

Vergi kaçakçılığı suçu bakımından cezanın infazı ve dava açma süresinde zamanaşımı bakımından farklılık vardır. Cezanın infazı bakımından zamanaşımı süreleri Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenirken, dava açma süresi bakımından Türk Ceza Kanunu’nun düzenlediği genel zamanaşımı süresi uygulanır. Yine tarh ve tebliğ olunmayan vergiler bakımından zamanaşımı Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın basından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar. (VUK Md. 114)

Vergi Cezaları:

1. Cezaya karşı vergi mahkemesinde dava açılmamışsa dava açma süresinin bittiği tarihten;

2. Cezaya karşı dava açılmışsa, vergi mahkemesi kararı üzerine vergi dairesince düzenlenecek ihbarnamenin ilgiliye tebliğ tarihinden:

Başlayarak bir ay içinde ödenir. (VUK Md. 368)

Belirtilen fiiller ve cezalarının kesilmesi bakımından kanunda belirtilen süreler geçtikten sonra zamanaşımı gerçekleşir ve vergi cezası kesilmez.

Bu süreler kanunda şu şekilde belirlenmiştir;

Vergi zıyaı cezasında cezanın bağlı olduğu vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın birinci gününden; Vergi Kanunun 353 ve mükerrer 355 inci maddeleri uyarınca kesilecek usulsüzlük cezalarında, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak beş yıl; usulsüzlükte, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak iki yıl;

Ancak 336’ncı madde hükmüne göre vergi zıyaı cezası ile usulsüzlüğün birleşmesi halinde kesilecek ceza, vergi zıyaı cezası için belli edilen zamanaşımı süresi içinde kesilir.

Bu süreler içinde ceza ihbarnamesi tebliğ edilmesiyle zamanaşımı kesilmiş olur.

Vergi kaçakçılığı suçunda dava açmak için ise dava açma zamanaşımı süresi Türk Ceza Kanunu’nda belirlenen genel zamanaşımı süresi olarak beş yıldır. Dava zamanaşımı kesen sebeplerden birinin varlığı halinde ise bu süre en fazla yedi yıl altı ay olarak belirlenmiştir.

VERGİ KAÇAKÇILIĞI SUÇUNDA ŞİKAYET VE UZLAŞMA

Vergi kaçakçılığı suçu devletin veya kamu idaresinin gelir kaynaklarına zarar verdiğinden dolayı Devlet Hazinesi karşı işlenen bir suç tipidir. Bu sebeple Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde düzenlenen vergi kaçaklığı suçu uzlaşmaya tabi suçlar arasında yer almaz.

Vergi kaçakçılığı suçu şikâyete tabi bir suç da değildir. Bu suç tip yetkili makamlar tarafından re ’sen yani yetkili makam tarafından kendiliğinden şikâyete tabi olmaksızın soruşturulur. Bu suçun soruşturma usulü Vergi Usul Kanunu’nun ilgili maddelerinde gösterilmiştir.

Yaptıkları inceleme sırasında 359. maddede yazılan suçlardan birinin işlendiği tespit eden Vergi Müfettişleri ve Vergi Müfettiş Yardımcıları veya inceleme yetkisi bulunan memurlar tarafından ilgili rapor değerlendirme komisyonunun mütalaasıyla veya defterdarlık tarafından keyfiyetin Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi mecburidir. İlgili suçun gerekçeli bir şekilde işlendiği kanısında olan Cumhuriyet Başsavcılığı hemen ilgili vergi dairesine haber vererek inceleme talep eder. Kamu davasının açılması için incelemenin tamamlanması şartı aranmamaktadır.

Vergi kaçakçılığı suçu ülkemizde de sıklıkla işlenen suç tiplerinden biri olup bu sebeple suçu oluşturan fiiller ve cezaları, cezaların uygulanma usulü büyük önem arz etmektedir. Vergi kaçakçılığı suçu Türk Ceza Kanunu’nda özel bir suç tipi olarak Vergi Usul Kanunu’nun ilgili maddelerinde bu suç tipinin unsurlarıyla birlikte detaylı bir şekilde ele alınır.

  • Yargıtay Kararı – 11. CD., E. 2021/4149 K. 2021/8545 T. 114.10.2021

MAHKEMESİ: Asliye Ceza Mahkemesi

SUÇ: Sahte fatura düzenleme

HÜKÜMLER: Mahkûmiyet

Sanık hakkında “2009, 2010 ve 2011 takvim yıllarında sahte fatura düzenleme “suçlarından açılan kamu davasında; sanığın savunmasında, 2009 yılında … isimli şahısla birlikte iş yeri açtıklarını, ancak resmi işlemlerin … tarafından yapıldığını, faturaların … tarafından düzenlendiğini, sahte fatura düzenlenmesi konusunda bilgisinin bulunmadığını beyan etmesi karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek biçimde belirlenmesi bakımından;

1)Suça konu faturaların asıllarının, sanığın veya faturaları kullanan mükelleflerin bağlı bulundukları vergi dairesi müdürlü lüklerinden getirtilmek suretiyle, sanığa gösterilerek yazı ve imzaların kendisine ait olup olmadığının sorulması, kendisine ait olmadığını ve …’a ait olduğunu söylemesi halinde; ismi bildirilen kişinin açık kimlik ve adres bilgilerinin tespiti ile tanık olarak çağrılması, duruşmada çekinme hakkı hatırlatıldıktan sonra faturalar gösterilerek yazı ve imzaların kendisine ait olup olmadığının sorulması,

2)…’ıh da faturalardaki yazı ve imzaların kendisine ait olmadığını söylemesi halinde; sanık ve bu kişinin temin edilecek yazı ve imza örnekleri ile faturalardaki yazı ve imzaların kime ait olduğu hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılması,

3)Faturalardaki yazı ve imzaların sanığa ya da …’a ait olmadığının anlaşılması veya faturaların asıllarının temin edilememesi halinde ise;

a) Faturaları kullandığı belirlenen mükellefler hakkında karşıt inceleme raporu düzenlenip düzenlenmediğinin ilgili vergi dairesinden sorulması, düzenlenmiş ise onaylı örneklerinin getirtilmesi,

b) Aynı mükellefler hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılması, dava açılmış ise dosyalarının getirtilip incelenerek ilgili belgelerin onaylı örneklerinin dosyaya alınması,

c) Faturaları kullanan şirket yetkilileri veya kişilerin tanık sıfatıyla duruşmaya çağrılarak Cm’nin 48. maddesi uyarınca çekinme hakları hatırlatıldıktan sonra sözü edilen faturaları hangi hukuki ilişkiye dayanarak kimden aldıkları, sanığı tanıyıp tanımadıkları ve faturaların düzenlenmesi konusunda sanığın bir iştiraki bulunup bulunmadığının sorulması,

Sonucuna göre tüm deliller birlikte tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile mahkûmiyet hükümleri kurulması,

4)Kabule göre de vergi suçu raporu ve mütalaaya uygun olarak sanık hakkında sahte fatura düzenleme suçundan kamu davası açıldığı, sahte fatura kullanma suçundan açılmış bir dava bulunmadığı gibi sahte fatura düzenleme ve kullanma suçlarının birbirinden ayrı ve bağımsız suçlar olduğu gözetilmeden, “sahte fatura düzenlemek ve kullanmak suretiyle vergi kaçakçılığı” suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması suretiyle hükmün karıştırılması,

Yasaya aykırı, sanık müdafisinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CM UK’nin 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, 14.10.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Vergi suçları kişilerin hem özgürlüğü hem de maddiyatı bakımından oldukça önemli sonuçlar doğurabilecek suçlar olup, çalışacağınız avukatta özel olarak vergi suçlarıyla ilgili mutlaka uzmanlık gerektiğini düşünmekteyiz. Bu yüzden de vergi suçlarıyla ilgili olarak gerektiğinde mutlaka iyi bir ceza avukatından destek almanızı tavsiye ederiz.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

YAĞMA(GASP) SUÇU

Yağma Suçu | TCK m.148 (Gasp)

Yağma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 148 – 150’inci maddelerinde düzenleme altına alınmıştır. Yağmanın uygulamadaki bir diğer ismi ise gasptır. Yağma (gasp) suçu; zilyetliği bir başkasına ait olan taşınır (menkul) bir malın cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alıkonması sonucunda oluşur. İşbu suç, mağdurun malvarlığına yönelik icra edilen haksız bir fiildir ve Türk Ceza Kanunu’nca hapis cezası yaptırımına bağlanmıştır. İçeriğimizde, yağma suçuna ilişkin merak konusu hususlar izah edilmiş olup dikkatle okunması tavsiye olunur.

Yağma Suçu Nedir?

Yağma (gasp) suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 148. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir:

(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Cebir veya tehdit kullanılarak mağdurun, kendisini veya başkasını borç altına sokabilecek bir senedi veya var olan bir senedin hükümsüz kaldığını açıklayan bir vesikayı vermeye, böyle bir senedin alınmasına karşı koymamaya, ilerde böyle bir senet haline getirilebilecek bir kağıdı imzalamaya veya var olan bir senedi imha etmeye veya imhasına karşı koymamaya mecbur edilmesi halinde de aynı ceza verilir.

(3) Mağdurun, herhangi bir vasıta ile kendisini bilmeyecek ve savunamayacak hale getirilmesi de, yağma suçunda cebir sayılır.

Yağma Suçunun Unsurları ve Şartları

Herhangi bir gerçek kişi, yağma (gasp) suçunun faili olabilir. Yine herkes işbu suçun mağduru olabilir. Suçun hukuki konusunu ise bir başkasına ait olan menkul (taşınır) bir mal oluşturmaktadır. Yağma (gasp) suçunun fiil unsuru ise suçun seçimlik hareketli bir suç olması nedeniyle cebir veya tehdittir. Tehdit veya cebir kullanmak suretiyle bir başkasına taşınır malın alınması, bu suçun hareket unsurunu oluşturur. Yağma (gasp) suçunun şartları ise şunlardır:

  • Başkasına ait olan malın yarar sağlama kastıyla alınması,
  • Yukarıdaki husus yapılırken cebre veya tehdide başvurulması.

Yağma Suçu Cezası

Yağma (gasp) suçunun cezasını; temel hali yani basit şekli için öngörülen ceza ve nitelikli hali için öngörülen ceza olmak üzere iki başlıkta inceleyelim.

Yağma Suçu Temel Hali (Basit Şekli) Cezası

Suçu, Kanun’un 148. maddesinde düzenlenen şekliyle işleyen kişi hakkında 6 yıldan 10 yıla kadar hapis cezasına hükmedilir.

Yağma Suçu Nitelikli Hali Cezası

Gasp suçunun nitelikli halleri ve suçun nitelikli hal dahilinde işlenmesi durumunda öngörülen ceza Kanun’un 149. maddesinde düzenlenmiştir. Nitelikli haller için öngörülen cezayı izah etmeden önce, suçun nitelikli unsurlarını sıralayalım: suçun;

  • Silah kullanılarak,
  • Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle,
  • Birden çok kişi tarafında beraber,
  • Yol kesmek suretiyle veya konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde,
  • Bedensel veya ruhsal açıdan kendisini müdafaa edemeyecek halde bulunan bir kimseye karşı,
  • Mevcut olan veya var kabul edilen suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten faydalanmak suretiyle,
  • Suç örgütüne menfaat temin etmek amacıyla,
  • Gece vaktinde,

İşlenmesi durumunda, fail hakkında 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmedilir.

Yağma Suçu İndirim Halleri

Yağma (gasp) suçunun failine hükmedilecek cezada indirime gidilmesini gerektiren durumlar Kanun’un 150’inci maddesinde hükme bağlanmıştır. Buna göre, suçun konusunu oluşturan malın değerinin az olması halinde, faile hükmedilecek cezada üçte birden yarıya kadar indirime gidilebilir. Bir diğer indirim hali ise suçun, hukuki bir ilişkiye dayanan alacağın tahsil edilmesi gayesiyle işlenmesidir.

Yağma Suçunda Adli Para Cezasına Çevirme, HAGB ve Erteleme

Gasp suçu nedeniyle sanık hakkında hükmedilecek hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi mümkün değildir. İşbu suç hakkında erteleme hükümlerine başvurmak da mümkün değildir. Son olarak, yağma (gasp) suçunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) müessesesine başvurmanın da mümkün olmayacağını belirtelim.

Yağma Suçu Zamanaşımı ve Şikayet Süresi, Etkin Pişmanlık ve Görevli Mahkeme

Yağma (gasp) suçu ve suçun nitelikli halleri için öngörülen dava zamanaşımı süresi, suçun işlendiği an itibariyle 15 yıldır. Suçun işlendiği tarihi takiben 15 yıllık dava zamanaşımı süresi içinde soruşturulması ya da suç hakkında dava açılması gerekir. Bahse konu suç ve suçun nitelikli hallerinin takibi şikayete bağlı değildir; bu nedenle, suça ilişkin re ‘sen takip söz konusudur. Gasp suçu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253/1’inci maddesinde düzenlenen suçlardan biri değildir. Bu nedenle, uzlaştırma prosedürü uygulanmaz.

İşbu suç hakkında yargılama faaliyeti ağır ceza mahkemesi marifetiyle icra edilir. Suçun faili çocuksa çocuk ağır ceza mahkemesi görevlidir. Yağma (gasp) suçu, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama alanı bulabileceği suçlardandır. Fail, suç sebebiyle mağdurun gördüğü zararı kısmen ya da tamamen giderdiği veya suçu birlikte işlediği kişilerin kimliklerini yetkili mercilere ifade ettiği takdirde, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilir ve cezasında indirime gidilebilir. Buna göre, fail;

  • Suç hakkında kovuşturma başlatılmadan önce etkin pişmanlık gösterir ve mağdurun zararını aynen geri verir ya da tazmin etmek suretiyle tamamen giderirse hükmedilecek cezanın yarısına kadar,
  • Suç hakkında kovuşturma başlatılmasına karşın hüküm verilmeden önce etkin pişmanlık gösterirse hükmedilecek cezanın üçte birine kadar indirim uygulanır.

Yağma Suçuyla İlgili Bazı Yargıtay Kararları

  • Eşinin Bileziklerini Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağın Tahsili Amacıyla Yağmalama

Evli olan sanık ile mağdure arasında sanığın işini değiştirmek istemesi üzerine tartışma yaşandığı, 03.10.2015 tarihinde sanığın …’a dönme kararı alarak otobüs terminaline gittiği, buradan mağdureyi arayarak kendisi ile …’a dönüp dönmeyeceğini sorduğu, aldığı olumsuz yanıt üzerine mağdurenin kaldığı kayınvalidesinin evine giderek birkaç ay önce borçlanarak aldığı iki adet altın bileziği, borçlarını ödemek üzere mağdureden geri istediği, bu sırada mağdurenin kolunu sıktığı, mağdurenin “Bilezikleri alman için kolumu kesmen gerekir!” demesi üzerine de bıçak almak için mutfağa yöneldiği, sanığın hareketlerinden korkan mağdurenin kolundaki bileziklerini çıkartarak sanığa verdiği, daha sonra sanığın mağdurenin yüzüne yumrukla vurduğu olayda; suça konu bileziklerin evlilik birliği içerisinde sanık tarafından borçla alınarak mağdureye verildiği, sanık müdafisinin temyiz dilekçesinde de belirttiği üzere bu bileziklerin yatırım amacıyla alındığı, daha sonra sanığın borçları ödemek için bilezikleri geri istemesine rağmen mağdurenin iade etmediği hususları göz önünde bulundurulduğunda, suça konu bilezikler üzerinde sanık ile mağdure arasında alacak hakkı doğuran bir hukuksal ilişkinin bulunduğu ve bu hâliyle sanık hakkında TCK’nın 150. maddesinin 1. fıkrasının uygulanması gerektiği kabul edilmelidir (Ceza Genel Kurulu – K.2021/395).

  • Yağma Suçunda Tanık Olmaması ve Mağdur Beyanının Delil Değeri

“Yağma” suçu yönünden ise, somut olayda bizzat yağma anını gören tanık bulunmamaktadır. Suçun konusu, katılan/ mağdurenin çantasından ve komidin çekmecesinden alındığı iddia edilen toplam 280.-TL paradır. Sadece fiziki paranın yağmalanması olaylarında olay anına ilişkin olarak, yağmalanan haksız kredi kartının kullanımı ve banka ATM’lerinden sahibi yerine para çekme gibi durumlarda olduğu gibi başkaca herhangi bir maddi delil de sözkonusu olamamaktadır. Yağma olayları genelde tanığı bulunmaksızın meydana gelmekte, bu nedenle mağdur beyanı ve teşhisi önem kazanmaktadır. Olayımızda da yağma anının tanığı bulunmadığı için, sanığın suç teşkil eden haksız fiilinin belirlenmesinde ve hukuki nitelendirilmesinde olayın aynı zamanda tek tanığı olan mağdurun anlatımı öne çıkmaktadır. Kaldı ki, bütün diğer delillerle, katılan/mağdurenin iddiaları birebir doğrulanmış, beyanlarının oluşa uygun bulunduğu anlaşılmış bulunmaktadır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar : 2016/4925).

  • Yağma Suçunda Malın Satılması Halinde Etkin Pişmanlık

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.03.2013 günlü, 2012/6-1232 Esas ve 2013/106 sayılı kararı ışığında, sanıkların mağdurdan yağmalamak suretiyle elde ettikleri cep telefonunu sattıkları …‘ün adresini göstermeleri sonucunda kolluk görevlilerinin telefonu temin edip, mağdura iade ettiklerinin anlaşılması karşısında; yağmalanan malın üçüncü kişiye satılması halinde, failin, bizzat pişmanlık göstererek, mağdurun zararını tazmin etmesi yanında satın alan iyi niyetli ise, satın alanın zararını da gidermesi; kötü niyetli ise, satın alandan elde ettiği para veya sağladığı menfaati kazanç müsaderesine konu edilmek üzere soruşturma makamlarına teslim etmesi gerektiğinden; öncelikle sanıklardan telefonu satın alan iyi niyetli üçüncü kişinin zararının giderilip giderilmediği araştırılıp, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun takdiri gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme ile yetinilip, TCK’nin 168/3. maddesinin uygulama koşullarının karar yerinde tartışmasız bırakılması, bozma nedenidir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi -Karar : 2019/3305).

  • Yağma Suçunda Yaralamanın Derecesi

Yağma suçunun işlenmesi sırasında, kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmemesi halinde, ayrıca kasten yaralama suçundan hüküm kurulamayacağı; olay sırasında hayati tehlike geçirmeyecek, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan katılana yönelik kasten yaralama eyleminin, yağma suçunun unsuru niteliğinde olduğu gözetilmeden, sanık hakkında ayrıca kasten yaralama suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, bozma nedenidir (Yargıtay 6. CD -Karar : 2020/876).

  • Yağma Suçunda Sanığın Takip Edilmesi

Sanığın, müştekiye omuz atıp sendeleyen müştekinin omzunda asılı duran çantayı alıp kaçtığı sırada peşine düşen tanıklar tarafından yakalanacağını anlayarak çantayı yere attığı olayda, sanığın çantayı almasıyla eylemin tamamlandığı gözetilmeden teşebbüsten hüküm kurularak eksik ceza tayin edilmesi, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar: 2018/248).

  • Evlilik İçinde Eşe Karşı İşlenen Yağma Suçu

TMK’nun 220/1. maddesi uyarınca eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşyaları kişisel mal olarak sayılmıştır. Burada ifade edilen genellikle eşlerin günlük hayattaki ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan eşyalar bu kapsamda değerlendirilmektedir. Eşlerin giyim eşyaları, takıları, hobi eşyaları, cep telefonu, makyaj malzemeleri, bakım eşyaları gibi eşyalar bu kapsamda sayılabilir. Eşlerden birine ait takılar; kişisel kullanıma özgüyse, değeri ne kadar yüksek olursa olsun kanun gereği kişisel mal sayılacaktır. Kişisel malın yalnızca malik olan eş tarafından kullanılması da gerekmektedir. Kadın eşe takılan takılar ise, kural olarak bağışlama niteliği taşıdıkları için kadının kişisel malı sayılmaktadır. Nitekim Yargıtayın yerleşmiş içtihadı bu doğrultudadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirdirildiğinde;

Suç tarihinde evli olup ortak konutta bulundukları sırada sanığın TOKİ’ye olan borcunu ödeyebilmek için katılandan kolundaki 3 adet bilezik ile boynundaki altın kolyesini istediği, katılanın vermeyeceğini söylemesi üzerine sanığın boğazına sarılıp öldüreceğinden bahisle tehditle birlikte kolundaki 3 adet bileziği pense ile keserek ve boynundaki kolyeyi kopararak zorla aldığı olayda; fazla miktarda olmayan ziynet eşyası katılanın mülkünde olup, katılan tarafından takı olarak kullanıldığı, sözü edilen takıların katılanın kişisel malı olduğu, bu nedenle “edinilmiş mallara katılma rejimine” dayalı bir hukuki ilişkiden söz edilemeyeceği, sanığın da aşamalarda zorla aldığı altınların ortak mülkiyetinden söz etmediği, sanık ile katılan arasında başkaca alacak ve borç ilişkisi bulunmadığı anlaşıldığından sanık hakkında TCK’nun 150. maddesinin birinci fıkrasının uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir (YCGK-Karar : 2018/122).

  • Sevgilisinin Telefonunu Faydalanma Amacı Olmadan Kullanmak Yağma Değildir

765 Sayılı TCK’nda “gasp” olarak adlandırılan yağma, esasında cebir veya tehdit kullanmak suretiyle yapılan hırsızlıktan ibarettir. Hırsızlık ile yağma suçları aynı ortak unsurlara sahip olup, ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle yağmanın, hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur, malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.

Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.

Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suç olduğundan birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan kişi özgürlüğü, vücut dokunulmazlığı, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuksal değerlerdir.

Ceza Genel Kurulunun 05.07.2013 gün ve 1548-346 sayılı, 25.02.2014 gün ve 678-98 sayılı, 20.05.2014 gün ve 617-271 ve 18.11.2014 gün ve 810-501 Sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın olay tarihinde, iki yıldır birlikte olduğu mağdurenin başka bir kişiyle ilişkisi olduğunu düşünerek evine gidip yanında bulunan silahı mağdureye doğrultarak tehdit ettiği, silahın kabzasıyla mağdureye vurduğu, mağdurenin elinde bulunan telefonu arama kayıtlarına bakmak amacıyla zorla aldıktan yaklaşık 20 gün sonra iade ettiği olayda, olay yerine gelen sanığın mağdureye “evde kim var orospu” demesi, telefonu arama kayıtlarına bakmak için alması, kullanmadan mağdureye iade etmesi gözetildiğinde, ekonomik durumu iyi olan ve yaklaşık bir yıldır mağdureyle birlikte olan sanığın, mağdurenin başka bir kişiyle ilişkisi olup olmadığını öğrenmek için telefonunu aldığı anlaşılmakta olup sanığın faydalanmak amacıyla telefonu aldığı sabit olmadığından, üzerine atılı yağma suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığı, ancak sanığın mağdura karşı gerçekleştirdiği eylemlerin silahla tehdit ve kasten yaralama suçlarını oluşturabileceğinin kabulü gerekmektedir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu – 2016/33 Karar).

  • Yol Kesmek Suretiyle Yağma Suçu Nasıl İşlenir?

Sanık …’ın, motorsiklet ile hareket halinde olan mağdurların yol üzerinde geçişini engelleyecek şekilde önceden engeller koyup ve/veya tertibat alarak yolunu kesmek biçiminde herhangi bir hareketinin bulunmadığı olayda “yol kesmek”ten söz edilemeyeceği gözetilmeden; sanık hakkında TCK.nın 149/1. maddesinin (a) ve (h) bentlerinin yanı sıra uygulama koşulları olmayan (d) bendine (yol kesme suretiyle yağma suçu) de yer verilerek temel ceza tayini hukuka aykırı olup bozma nedenidir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar : 2018/1294).

  • Konut Dokunulmazlığının İhlal Edilmesi Suretiyle Nitelikli Yağma Suçu

Fail konuta girerek nitelikli yağma suçu işlemiş ve mağduru da öldürmüştür. Faile hem nitelikli yağma suçundan hem de konut dokunulmazlığını ihlal suçundan ceza verilmiştir. Konut dokunulmazlığını ihlal suçu gasp suçunun nitelikli halinin unsurudur. Bu nedenle faile yalnızca nitelikli gasp suçundan ceza verilmesi gerekir, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan fail ayrıca cezalandırılamaz (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Karar No: 2015/1738).

  • Kendisine Ait Hacizli Aracı Tehdit Ederek Almak

Faile ait araç, vergi borcu nedeniyle haczedilmiş ve trafik ekiplerince yakalanarak otoparka teslim edilmiştir. Fail kendisine ait aracın yedek anahtarıyla aracı çalıştırmış, “ne olursa olsun kapıyı kırıp çıkacağım” diyerek otopark görevlisi mağdurun kapıyı açmasını sağlamıştır. Bu durumda TCK 290/2 maddesi yollamasıyla 149/1-d gereği failin nitelikli yağma suçu hükümleriyle cezalandırılması gerekir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2015/38014).

  • Başkasının Alacağını Tahsil Amacıyla Nitelik Yağma Suçu

Başkasına ait alacağın tahsili amacıyla yağma suçu işlenmesi halinde TCK 150/1 hükümleri uygulanamaz. TCK 150/1 maddesi hükümlerinin uygulanabilmesi kişinin kendi alacağını tahsil amacıyla hareket etmesi gerekir. Başkasının alacağını tahsil etmek için cebir ve tehdit kullanan kişi gasp suçu hükümleri gereği cezalandırılması gerekir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2015/1055).

  • Kendi Alacağını Tahsil Amacıyla Zorla Senet İmzalattırma

Sanığın mağdurdan alacağı mevcuttur. Sanık, mağduru zorla kendi evine sokarak zorla senet imzalatmıştır. Sanığın mağdura zorla imzalattırdığı senetteki miktar, alacaklı olduğu gerçek alacak miktarından fazladır. Kendi alacağından daha fazla miktarda senet imzalattıran mağdur hakkında yağma suçu ve kişi hürriyetinin kısıtlanması hükümleri uygulanmalıdır, TCK 150/1 maddesinin kendi alacağını tahsil amacıyla gasp suçu hükümleri bu olayda uygulanamaz (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2014/14108).

  • Basit Yaralama Gasp Suçunun Unsurudur

Yağma suçu esnasından basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek bir yaralanma meydana gelmiştir. Basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek yaralanma gasp suçunun unsurudur. Bu nedenle fail sadece nitelikli gasp suçundan cezalandırılmalıdır, failin yaralama suçu nedeniyle ayrıca cezalandırılması hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2014/14071).

  • Nitelikli Gasp Suçunun Farklı Zaman Dilimlerinde Devam Etmesi

Mağdurun eşyaları, bir miktar parası sanıklar tarafından alınmış, ayrıca toplam 2000 TL daha ödememesi halinde ellerinde mağdura ait cinsel içerikli görüntülerin de internet ortamında yayınlanacağı tehdidinde bulunulmuştur. Bu olaydan sonra mağdurdan talep edilen 2000 TL’nin ödenmesi için mağdur ve ailesiyle irtibata geçen sanıklar tehdite devam etmiştir. Mağdur şikayetçi olmuş ve sanıklar ilk olaydan 21 gün sonra yakalanmıştır. Bu olayda iki farklı zaman diliminde iki yağma suçu işlendiği yönündeki görüş kabul edilemez. Sanıkların fiilleri aynı nitelikli gasp suçunun parçası olan tek fiil olarak kabul edilerek, sadece bir gasp suçundan ceza verilmesi gerekir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu – Karar No: 2014/271).

  • Senet Yağması Suçunda Etkin Pişmanlık

Sanığın mağdurdan aldığı senetler, mağdurun beyanı üzerine sanık tarafından olay anında polise teslim edilmiştir. Fakat sanığın olay anında zaten kaçma imkanı yoktur, polis basit bir üst aramasıyla senetlere ulaşabilecek durumdadır. Mağdurun soruşturma aşamasında şikayetten vazgeçmesi halinin de etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması açısından bir önemi yoktur. Bu nedenle, yağma suçu nedeniyle etkin pişmanlık hükümlerini de düzenleyen TCK 168 maddesi bu olayda uygulanamaz (Yargıtay Ceza Genel Kurulu – Karar No: 2014/258).

  • Motosikletle Çantayı Çekmek Suretiyle Yağma Suçu

Sanık ve yakalanamayan suç ortağı, motosikletle mağdur kadına yaklaşarak çantasını çekmiş, mağdur direndiğinde zarar göreceğini anladığından çantayı bırakmıştır. Bu olayda hırsızlık suçu hükümleri değil, TCK 149/1-c maddesi gereği nitelikli yağma suçu hükümleri uygulanmalıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2013/23509).

  • Yağma Suçunda Malın Değerinin Azlığı Nedeniyle Ceza İndirimi

Sanık mağdurdan 5 TL istemiş, mağdurun cebinden çok para çıkarması üzerine, sanığın “20 TL ver, benzin alacağımm, ancak yeter” demesi, mağdurun itirazı üzerine sanığın bıçak çıkartıp “seni keserim” şeklinde beyanı nedeniyle mağdurun 20 TL’yi vermek zorunda kaldığı olayda, yağma suçunda uygulanabilecek TCK 150/2 maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı mahkemece araştırılmalıdır. Çünkü sanık daha çoğunu alma imkanı varken daha azını almışsa cezası 1/3’ten 1/2’ye kadar ceza indirimi uygulanacaktır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2013/8874).

  • Polisin Seri Nosunu Aldığı Parayı Alan Sanık Yağmaya Teşebbüs Suçu İşler

Müşteki, para vermesi için tehdit edilmesi üzerine polise başvurmuş, polis tarafından hazırlanan seri nosu alınmış paralar müştekiye verilmiş, müşteki tarafından paraları teslim etmek üzere sanık çağrılmış, tehditle istediği para kendisine verildiği sırada sanık polis tarafından yakalanmıştır. Somut olayda yağma suçu tamamlanmadığı gibi tamamalanma ihtimali de yoktur. Bu nedenle failin yağma suçuna teşebbüsten cezalandırılması gerekir (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2013/1320).

  • Malın Değerinin Azlığı ve Ceza İndirimi

Müştekinin işyerine girerek tehditle 4 bira ve 1 sigara alan sanıklar, daha fazlasını alma imkanları olduğu halde almamışlardır. Bu halde yağma suçunda malın değerinin azlığı nedeniyle ceza indirimini düzenleyen TCK 150. maddesi uygulanmalıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar No: 2011/7086).

  • Para Miktarı Nedeniyle Yağma Suçunda Malın Değerinin Azlığı ve Ceza İndirimi

Sanıkların işyerine geldiklerinde yakınandan 10.-TL para istedikleri, önce olumsuz yaklaşan yakınanın baskı sonucu parayı vermeyi kabul ettiği, ancak sanıkların bu kez isteklerini sigara olarak değiştirdikleri ve yakınanın bunu da kabul edip karşı tarafta bulunan marketten bir paket sigara satın alarak sanıklara teslim ettiği ve bunun üzerine sanıkların işyerinden ayrıldıkları olayda, sanıkların suç kastını ve iradesini sadece değer olarak az olan miktarda paraya özgüleyerek eylemlerine başladıkları ve yerine istedikleri sigaranın da değerinin benzer olduğu, buna göre istedikleri ile elde ettikleri arasında oransızlık olmadığı ve alınan sigaranında değer olarak az olduğunun anlaşılması karşısında; sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 150/2. maddesi ile cezalarından indirim yapılması gerektiği gözetilmeden yazılı biçimde hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 6.Ceza Dairesi – Karar:2017/59).

  • Kısmi İade Nedeniyle Ceza İndirimi Şartları

Sanıkların bıçak tehdidiyle katılanın cep telefonu ve cüzdanını aldıkları, cüzdanı kontrol edip içinde para olmadığını anlayınca da cüzdanı katılana iade ettikleri, suça konu cep telefonunun ise olayın hemen akabinde yakalanan sanık C.. Y.. (M..)’nın üst aramasında ele geçirildiği, bu durumun ise cüzdanın geri verme ile kısmi iadeyi oluşturduğunun anlaşılması karşısında; katılana kısmi iadeye rıza gösterip göstermediği sorularak, sonucuna göre sanıklar hakkında 5237 sayılı yasanın 168. maddesiyle uygulama yapılıp yapılmayacağının değerlendirilmesi gerekirken, etkin pişmanlık konusunda yazılı şekilde uygulama yapılması hukuka aykırıdır (Yargıtay 6.Ceza Dairesi-Karar: 2015/45377).

  • Silahla Tehdit Suçu ve Yağma Suçu

Sanık hakkında, mağdurlara yönelik silahla tehdit suçundan dolayı kurulan hükmün incelenmesinde;

Sanığın; 07.10.2013 günü annesi olan mağdurdan para istediği, ancak mağdurun parasının olmadığını söylediği, sanığın bunun üzerine soruşturma evresinde ele geçerilemeyen silahını mağdurun başına doğrultarak yanlarında bulunan kızkardeşi mağduru da katarak “bir gün bunu kafanızda patlatacağım” dediği, sanığın 10.02.2013 günü aynı kast altında mağdurdan bir kez daha para istediği, mağdurun parasının olmadığını söylemesi üzerine kardeşi olan mağdura “git komşulardan para iste” dediği, mağdurun karşı çıkması üzerine mağdurları basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde yaralayıp mutfaktan aldığı bıçağı onlara doğru yönelttiği, mağdurların kendilerini evin yatak odasına kilitleyerek sanıktan kurtuldukları olayda sanığın zaman içinde süregelen bu eylemleri her biri bütün halinde tek yağmaya teşebbüs suçunu oluşturduğu düşünülmeden ayrıca silahlı tehdit suçundan hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar: 2017/229).

  • Cüzdanın Cepten Çekilmesi, Kasten Yaralama ve Yağma Suçu

Katılan’ın aşamalardaki ifadelerinde, olay günü tramvayla kapıya yaslanmış vaziyette seyahat ettiğini, 15 dakika boyunca cüzdanının bulunduğu pantolonunun sağ arka cebinde bir hareketlilik hissettiğini, kalabalıktandır diye ilk başta aldırış etmediğini ancak cüzdanı tamamen cebinden çıkarılınca arkasını dönüp baktığını ve cüzdanı elinde bulunan şahsın elini tuttuğunu, cüzdanını almak için çektiğini, ancak şahsın direterek burnuna kafa atıp saldırdığını, başını koltuk altına alarak sıktığını, tramway durağında görevli sivil polislerin müdahale ettiğini, kargaşa esnasında şahsın cüzdanını yere attığını, polislerin yerdeki cüzdanını aldıklarını ifade etmesi ve olay tutanağında da sanığın yakalanma esnasında elindeki cüzdanı yere attığının görüldüğünün belirtilmesi karşısında sanığın eyleminin yağma suçunu oluşturduğu gözetilmelidir (Yargıtay 13. Ceza Dairesi – Karar : 2017/8088).

  • Yağma Suçu Sırasında Hakaret Suçu İşlenmesi

Olay gecesi katılana ait işyerine gelen sanığın, katılana yönelik “bana 200 TL vereceksin, vermezsen seni öldürürüm, bacını sinkaf ederim, çocuğunu yaşatmam, senin yüzünden hapse girdim, yine girerim, bu sefer seni kimse kurtaramaz” şeklindeki sözlerinin, bir bütün halinde yağma suçunun unsuru olan tehdit kapsamında kaldığı gözetilmeyerek, ayrıca hakaret suçundan da mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar: 2012/415).

  • Hırsızlık Suçunun Silahla Yağma Suçuna Dönüşmesi

Gündüzleyin müşteri olarak girdiği yakınanın işyerinden, suça konu telefonu alıp sokağa kaçan sanığın, kesintisiz takip sonucu kendisini yakalayan tanığı silahla tehdit edip kaçması şeklindeki eyleminin, işyerinde hırsızlıkla başlayıp sokakta yağmaya dönüştüğünün anlaşılması karşısında; eyleminin 5237 Sayılı T.C.K.nın 149. maddesinin 1. Fıkrasının (a) bendine (silahla yağma suçu) uyduğu gözetilmeden koşulları oluşmayan ( d ) bendine de uyduğu kabul edilip temel cezanın alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle belirlenip yazılı biçimde karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar: 2011/6426).

  • Yağma Suçunun Unsuru Olan Yaralanma

Sanığın katılanı yağma suçu esnasında “Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmayacak ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek” derecede yaraladığının Sincan Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 20.6.2013 tarihli rapor içeriğinden anlaşılması karşısında; somut olaydaki yaralanmanın 5237 Sayılı TCY’nın uyarınca yağma suçunun öğesi olduğu gözetilmeden, yazılı şekilde kasten yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar: 2014/14071).

  • Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağı Tahsil Amacıyla Yağma Suçu

Sanık …‘in olay tarihinde katılan …‘nın telefonuna “lan bozuk delikanlı, yarın görüşürüz oğlum herkes cezasını çekecek, yarın da var yarın da, … aç telefonu, açsana bozuk delikanlı” diyerek tehdit içerikli mesaj gönderdiği,

katılanın mesajları gönderen kişiyi tespit etmek için gelen numaradan aradığında da sanığın katılana “Nuray’a bilezik alıp, para vereceksin, yoksa seni öldürürüm…” şeklinde tehdit ettiği,

sanık …‘ın alınan savunmasında arkadaşı Nuray Tuncer’in katılana borç olarak verdiği bilezikleri istemek için aradığını, tehdit etmediğini ifade ettiği, tanık olarak dinlenen Nuray Tuncer’in de ifadesinde katılana, arkadaş oldukları dönemde 5.000.-TL değerinde iki adet bilezik verdiğini, bu bileziklerini alması için sanıktan ricada bulunduğunu, tehdit olmadığını beyan etmesi karşısında;

öncelikle taraflar arasında bilezik alışverişi olup olmadığı katılana sorularak tespit edillmesi ve sonucuna göre, 5237 sayılı Yasanın 150/1. maddesindeki suçu (hukuki ilişkiye dayalı alacağı tahsil amacıyla yağma suçu) oluşturup oluşturmadığı tartışılmak suretiyle, sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde beraatine karar verilmesi hukuka aykırıdır (Yargıtay 6.Ceza Dairesi – Karar : 2018/1214).

  • Bıçakla Yaralama Neticesinde Nitelikli Yağma Suçu

5237 Sayılı TCK’nun 148. maddesinin 1. fıkrasında yağma suçunun temel şekli, 2. fıkrasında senedin yağması, 3. fıkrasında cebir karinesine yer verilmiş, 149. maddesinde nitelikli yağma, 150. maddesinde ise kişinin hukuki bir ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma suçunu işlemesi ile yağmada değer azlığı düzenlenmiştir.

Yağmanın temel şeklinin düzenlendiği 5237 Sayılı TCK’nın 148/1. maddesi uyarınca; kişinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceği ya da malvarlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılması yağma suçunu oluşturur. Suç anılan değerlere yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit veya cebir kullanılması suretiyle gerçekleşir.

Yağma; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınması olduğundan “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde de tanımlanmıştır.

765 sayılı TCK’nda “gasp” olarak adlandırılan yağma, esasında cebir veya tehdit kullanmak suretiyle yapılan hırsızlıktan ibarettir. Hırsızlık ile yağma suçları aynı ortak unsurlara sahip olup, ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle yağmanın, hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur, malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.

Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.

Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suç olduğundan birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan kişi özgürlüğü, vücut dokunulmazlığı, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuksal değerlerdir. Sanığın suç işlemesine sebep olan saik yerine failin dış dünyaya yansıyan eylemine göre hangi suçun oluşacağı tayin ve taktir olunur. Bu da dosyaya yansıyan delillerle mümkün olacağı bir gerçektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelirsek;

Sanıkla geçmişte yaşadığı ilişkisinin bozulması ile olay zamanı ayrı yaşayan yakınanın, geceleyin saat 20: 30 civarında aracıyla seyir halinde iken kırmızı ışıkta durduğu sırada, sanığın aracın ön sağ kapısını açıp bindiği, yakınanın araçtan inmesini söylemesine rağmen sanığın bunu kabul etmeyip yakınanla tartışma başladığı, bu tartışma esnasında sanığın üstünde taşıdığı maket bıçağı ile yakınanın yüzünü basit tıbbi müdahale ile giderilemez ve yüzde sabit ize sebep olacak şekilde yaralayıp yakınanın elindeki cep telefonunu da alarak araçtan inerek uzaklaştığı olayda;

Sanık da farklı bir nedenle, öfke patlaması olarak başlayan sonrasında değişen ve yenilenen bir kast altında, mağdurun ekonomik değer taşıyan malını alıp ayrılması, mağdurun yasal şikayeti üzerine emniyet güçlerinin aramasıyla suça konu telefonu güvenlik güçlerine teslim ve gelişerek değişen kastının yağma suçunu oluşturduğu düşünülmeden suçun kanunda yer alan unsurlarına yanlış anlam yüklenerek, haksız fiilinin hukuki nitelendirmesinde yanılgıya düşerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçe ile yazılı şekilde nitelikli yağma suçu nedeniyle beraat hükmü kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 6. Ceza Dairesi – Karar : 2018/1106).

Yağma suçu oldukça ağır bir suç olup, yağma suçundan yargılanan kimselerin mutlaka ceza hukuku alanında yetkin iyi bir ceza avukatı ile çalışmaları gerekmektedir. Aksi taktirde kişinin uzun yıllar özgürlüğünü kaybetmesi söz konusu olacaktır. 

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU

Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu ve Cezası (TCK madde 134)

İnsan sosyal bir varlık olması nedeniyle, toplumdaki diğer insanlar ile sürekli iletişim ve etkileşim halindendir. Bu nedenle hayatının bazı kısımlarını diğer insanlarla ile paylaşırken, bazı kısımlarının da yalınızca kendisine ait olmasını ve başkaları tarafından bilinmesini istemeyebilir. Bu halde karşımıza özel hayat kavramı, buna bağlı olarak da özel hayata ilişkin değerlerin korunması ilkesi ortaya çıkmaktadır.

Kısaca tanımlayacak olursak özel hayat; kişilerin yalnızca kendilerine ait olan, herkes tarafından bilinmeyen ve bilinmesinin de istenmediği, sadece izin verilen kişilerin parçası olduğu yaşam alanıdır. Kişinin yalnızca kendisini alakadar eden tutum ve davranışları ile bunları paylaşmak istediği kişiler, paylaşmak istediği yer ve zaman sadece ve sadece kişinin kendisi tarafından belirlenebilir. Bu bağlamda “özel hayat” kavramı aslında olay özelinde kişinin kendisi tarafından belirlenmektedir. Bir kişi için özel hayat sınırları içinde değerlendirilebilecek bir husus, bir başkası tarafından toplumdaki diğer bireyler ile paylaşılıyor olabilir. Kişinin başkaları ile paylaşmayarak korumak, gizlemek istediği bu alana, başkaları tarafından yapılan müdahalelerin önlenmesi için TCK madde 134’te “Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu” düzenlenmiş ve ayrıca Anayasa madde 20′ de yer alan “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” hükmü ile de kişilerin mahremiyetlerinin korunması anayasal olarak koruma altına alınmıştır.

Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçunun Koşulları

TCK madde 134’te yer alan ” Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/81 md.) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur” hükmünden de görüleceği üzere işbu madde iki fıkradan oluşmaktadır. Maddenin birinci fıkrasında suçun basit hali ile birlikte ceza artırım sebebi olacak hallere yer verilmiş; ikinci fıkrasında ise suçun nitelikli hali düzenlenmiştir. Burada belirtmek gerekir ki suçun ikinci fıkradaki nitelikli halinin işlenmesi halinde fail; ilk fıkraya ek olarak ikinci fıkradaki suçtan da ayrı olarak cezalandırılacaktır. Aşağıda işbu fıkranın açıklamasına bir kez daha yer verilecektir.

Bu suçun oluşabilmesi için, kişinin “özel hayatına yani mahremiyetine” ilişkin gizliliğin ihlal edilmiş olması aranan ilk şarttır. Yukarıda da genel hatları ile açıklamış olduğumuz üzere özel hayat kavramı kişinin başkaları ile paylaşmak istemediği veya kimlerle paylaşmak istediğine sadece kendisinin karar verebildiği yaşam alanıdır. Burada esas olan unsur kişinin rızasıdır. Özel hayata ilişkin bir takım bilgilerin bazı kişiler ile paylaşılmış olması, bu bilgilerin herkes tarafından bilinmesine rıza gösterildiği şeklinde yorumlanamaz. Bu hususa sosyal medya paylaşımları örnek olarak gösterilebilir. Kişi, özel hayatına ilişkin bilgi veya eylemleri sosyal platformlarda yer alan takipçi olarak adlandırılan üyeler ile paylaşmak arzusundadır. Bu halde kişinin rızası belirli kişilerle bu bilgileri paylaşmak olduğundan, yapılan paylaşımın aleni olmadığı kabul edilmelidir. Görüldüğü üzere özel hayatın tanımının yapılması ve sınırlarının belirlenmesi her zaman çok kolay olmamaktadır.

Özel hayat denilince her ne kadar akıllara yalnızca “ev” gibi etrafı dört duvar ile kaplı bir alan gelse de özel hayatı bu şekilde tanımlamak yerinde değildir. Bireyin ismi, kişisel verileri, sesi, görüntüsü, cinsel yaşamı ve tercihleri, ofisi, günlüğü ve burada belirtilmeyen başka birçok kavram özel hayatı oluşturan kavramlar arasında yer alabilir.

Meşru ve hukuka uygun bir gerekçe olmaksızın kamu görevlileri tarafından; kişinin üstünün, aracının, evinin veya işyerinin aranması, eşyalarının ve belgelerinin karıştırılması da özel hayatın gizliliği suçunu oluşturmaktadır. Bununla birlikte kişinin elektronik postaları, mektupları, bilgisayar/laptopu gibi elektronik aletlerinde bulunan ve/veya sadece belli kişilerle paylaşmış olduğu belgeleri de özel hayat kapsamında yer almaktadır.

Kişinin her zaman ve her yerde özel hayatı mevcuttur. Sinemada, okulda, restoranda, kafede, parkta, bahçede, pazarda, manavda ve aklınıza gelebilecek her alanda özel hayat kapsamından bahsetmek mümkündür. İnsanın kalabalıklar içerisinde yani kamusal alanlarda olması; kendisine ait her sesin veya görüntünün serbestçe kaydedilebileceği, artık mahremiyetinin olmadığı anlamına gelmez. Kişinin zaman ya da mekan fark etmeksizin başkalarından gizli tutmak istediği hayatı mahremdir, bununla birlikte kişinin kamusal alanlarda tanınmamayı, dikkat çekmemeyi talep etme hakkı vardır, bu hakka karşı gerçekleştirilen her eylem de özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmaktadır.

Şunu da belirtmek gerekir ki, kişinin bulunmakta olduğu kamusal bir alanda görüntü kaydı yapılması sırasında kendisinin de bu görüntüde yer alması söz konusu olabilir. Ancak işbu durum herhalde özel hayatın gizliliğini ihlal olarak değerlendirilemez. Görüntü kaydının özellikle kişinin özel hayatına ilişkin olmaması ve bu kayıttan kişinin özel yaşamına ait bilgilere ulaşılmıyor olması halinde söz konusu suç oluşmayacaktır. Bununla birlikte kişinin görüntüsünün basın tarafından alınmasında; kamu yararı ve haberin gerçekliği gibi koşulların varlığı halinde basının haber verme özgürlüğü söz konusu olacaktır ve bu halde de özel hayatın gizliliğini ihlalden bahsedilmeyecektir.

Ancak burada çok önemli bir ayrıntıya yer vermek gerekmektedir. Basının ortada somut bir haber olmaksızın, yalnızca güncel veya başkaca bir konuda bilgi almak veya düşüncesini sormak amacıyla röportaj yapmak üzere mikrofon uzattığı kişinin, röportaj vermek istememesi ve görüntüsünün kaydedilmesine rıza göstermemesi halinde; artık basının haber verme özgürlüğünden bahsedilemeyecek olup bu halde kişinin görüntüsünün kullanılması özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturacaktır. Örnek olarak, manavda alışveriş yapmakta olan bir kişiye, ekonomi ile ilgili görüşlerinin sorulması ve kişinin konuşmak istemediğini ve görüntüsünün alınmasına rızasının olmadığını belirtmesine rağmen muhabir tarafından ısrarla kendisine mikrofon uzatmaya devam edilerek kişinin görüntülerinin kaydedilmesinin ve sonrasında da bu görüntülerin TV veya sosyal medya platformlarında yayımlanmasının özel hayatın gizliliğinin ihlali suçunu oluşturduğuna şüphe yoktur. Burada TCK madde 134/1 ve görüntülerin ifşa edilmiş olması nedeniyle TCK madde 134/2’de yer alan iki ayrı suç işlenmiş olup; bununla birlikte kanımızca aynı zamanda TCK madde 137’/b‘de yer alan suçun, “Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle” işlenmesi de söz konusu olmakta yani suçun nitelikli hali de vücut bulmuş olmaktadır.

İşbu suçun hangi hareketlerle işlenebileceğine ilişkin olarak kanunda bir düzenleme yer almadığında dolayı, özel hayatın gizliliğini ihlal suçu herhangi bir hareket ile meydana gelebilen serbest hareketli bir suçtur.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu kastla işlenebileceği gibi olası kast ile de işlenebilir. Burada suçun gerçekleşmesi için fail tarafından; kişinin özel hayatına bilerek ve isteyerek müdahalede bulunulması yeterlidir. Bu suçun taksir ile işlenebilmesi mümkün değildir; zira taksirle işlenebilecek suçlar kanun hükmünde özel olarak belirtilmektedir. TCK madde 134’te ise söz konusu suçun taksirle işlenebileceğine ilişkin hiçbir düzenleme yer almamaktadır.

Kanun hükmünde yer alan düzenlemede suçun failine ilişkin herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Bu nedenle özel hayatın gizliliğini ihlal suçu, herkes tarafından işlenebilecek bir suçtur. Ancak makalenin devamında da belirtileceği üzere suçun bazı kişiler tarafından işlenmesi; özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun nitelikli hali olarak düzenlenmiş olup bu halde cezanın yarı oranında artırılması hüküm altına alınmıştır.

Suçun mağduru, kanunda sınırlı olarak belirtilmemiş olduğundan özel hayatın gizliliğini ihlal suçu herkese karşı işlenebilir. Mahremiyeti herhangi bir şekilde ihlal edilmiş olan herkes bu suçun mağduru konumunda olabilmektedir.

Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçunun Nitelikli Hali

TCK madde 134/2’de yer alan düzenlemede; “Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur.” hükmü yer almaktadır.

Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere maddenin işbu fıkrasında özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun nitelikli hali düzenlenmiştir. Ancak bu düzenleme aynı zamanda ayrı bir suçu tanımlamakta olduğundan fail; koşulların bulunmasına göre birinci fıkra ile ikinci fıkrada düzenlenmiş olan suçlarda ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Şöyle ki; kişinin yatak odasındaki görüntülerin kaydedilmiş olması halinde birinci fıkra hükmü gereğince ceza bir kat artırılacak olup fail hakkında 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasına hükmedilecektir. İşbu görüntülerin üçüncü kişilerle paylaşılması (ifşa edilmesi) halinde ise ayrıca fail hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasına hükmedilecektir. Bu halde cezaların üst sınırları esas alındığında failin toplamda 11 yıla kadar hapis cezası alması söz konusu olacaktır.

Bu bağlamda kişilerin, internet haberleşme araçları veya sosyal medya platformları (e-posta, youtube, instagram, tiktok, whatsapp vb.) üzerinden birbirlerine göndermiş oldukları cinsel içerikli veya müstehcen videoların veya fotoğrafların üçüncü kişiler ile paylaşılması sonucunda da fail hakkında TCK madde 134/2 gereği hüküm tesis edilecektir.

Tanınmış Kişiler Açısından Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu

Tanınmış kişiler sürekli göz önünde bulunduklarından ve özel yaşamlarına ilişkin olaylar haber değeri taşıdığından özel hayatın gizliliği kavramı burada biraz daha geniş bir şekilde ele alınmaktadır. Sanatçılar, siyasetçiler, sporcular gibi tanınmış kişilerin toplumun geneline hitap ediyor olmaları ve haber değeri taşıyor olmaları sebebiyle girip çıktıkları yerlerde izlenmeleri, görüntülerinin kaydedilmesi, hayatlarına ilişkin birtakım bilgilerin paylaşılması normal kimselere göre daha olağan kabul edilmekte ve özel hayatın gizliliği bu kimseler açısından biraz gevşetilmektedir. Ancak, tanınmış kişilerin bu duruma sınırsız bir şekilde katlanması söz konusu değildir. Örneğin; normal bir kimsenin aksine bir oyuncunun yemek yediği bir restoranda görüntülenmesi bir suç teşkil etmezken; oyuncunun evinin bahçesinde güneşlenirken görüntülerinin kaydedilmesi özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun nitelikli halini oluşturmaktadır.

TCK Madde 137’de Düzenlenen Suçun Nitelikli Hali

İşbu maddede suçun;

“…a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,

b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle, işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.” hükmü düzenlenmiştir. İşbu madde TCK madde 132-136 arasında düzenlenmiş suçlar için ortak bir hüküm şeklinde ele alınmış ve bu belirtilen hallerde cezanın artırılacağı belirtilmiştir.

Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçunun Cezası

Yukarıda da yer yer değinmiş olduğumuz üzere; birinci fıkrada işbu suçun basit hali yer almaktadır. Suçun basit şeklinin işlenmesi halinde kanunda belirlenmiş olan ceza; 1 yıl ile 3 yıl arası hapis cezasıdır. Aynı fıkranın devamında suçun görüntü veya sesin kaydedilmesi suretiyle işlenmesi halinde cezanın yarı oranında artırılacağı belirlenmiştir. Buna göre de fail 2 yıl ile 6 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılacaktır.

İkici fıkradaki yasal düzenleme gereğince ise; kişinin özel hayatına ilişkin görüntü veya seslerin ifşa edilmesi yani üçüncü kişiler ile paylaşılması halinde fail, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Ancak burada bir kez daha belirtelim ki; fail görüntü ve sesi kaydettiği için hem birinci fıkra gereği 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası; hem de bu kayıtları ifşa ettiği için ikinci fıkra hükmü gereğince 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ile ayrı ayrı yargılanacaktır.

Örneğin; kişinin soyunma odasının izlenmesinin cezası 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası iken, kişinin görüntülerinin video ile kaydedilmesi halinde ceza; 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası olacaktır. Failin bu görüntüleri herhangi başka bir kişi veya kişiler ile paylaşması halinde ise ayrıca ifşa suçundan 2 yıldan 5 yıla kadar yargılanması söz konusu olacaktır. Yani toplamda iki ayrı suçtan 11 yıla kadar hapis cezası ile yargılama yapılması söz konusu olacaktır.

Özel hayatınızın gizliliğinizin ihlal edildiğini düşünüyorsanız veya bu tip bir suç isnadı altında şüpheli veya sanık konumundaysanız mutlaka iyi bir ceza avukatından yardım almanız gerekmektedir.

KAYNAK : Av. Burak Temizer- Burak Temizer Hukuk Bürosu- Nişantaşı Şişli İstanbul

Suçtan Gelirlerinin/Değerlerini Aklama Suçu

5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 282 nci maddesinde düzenlenen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun birinci ve ikinci fıkrası şu şekildedir:

(1) “Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutan kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.”

(2) “Birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran veya kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yukarıdaki tanıma göre suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun oluşumu için, ceza alt sınırı 6 ay ve üzeri bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerinin bulunması ön şarttır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değeri ise aklama suçunun konusunu oluşturmaktadır. Bu malvarlığı değerinin şüpheden öte objektif delillerle suçtan kaynaklandığının ispat edilmesi yani suçla gelir arasındailliyet bağı kurulması da aklama suçunun varlığı için gerekmektedir. Bu ispat edildikten sonra malvarlığının aklama fiillerine tabi tutulup tutulmadığı araştırılacaktır. TCK’nın 282/1 inci maddesine göre suçun maddi unsuru; seçimlik hareketler olarak bu malvarlığının yurt dışına çıkarılması ya da çeşitli işlemlere tabi tutulmasıdır. Yurt dışına çıkarmada özel kast aranmamaktadır. Yani malvarlığının suçtan kaynaklandığını bilmek ve yurt dışına çıkarılmasını istemek suçun tamamlanması için yeterlidir. Çeşitli işlemlere tabi tutma açısından ise özel bir kast gerekir. Bu özel kast, malvarlığının gayri meşru kaynağını gizlemek veya malvarlığının meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmaktır. Bu kast ya da amaç olmaksızın malvarlığı üzerinde yapılan bir tasarruf ya da işlem suçun oluşumunu engelleyecektir.

Yine 04.08.2007 tarihli ve 26603 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Aklama Suçu İncelemesi Hakkında Yönetmeliğin” 5 inci maddesi “Cumhuriyet savcısı, suçtan gelir elde edildiğine ve söz konusu gelirin aklandığına dair ciddi emarelerin varlığı ve konunun ihtisas gerektirmesi halinde Başkanlıktan, aklama suçunun işlendiği hususunda olguların varlığının tespitine ilişkin talepte bulunabilir” şeklindeyken aynı Yönetmeliğin 8. Maddesi “Cumhuriyet savcısı tarafından gerek görülmesi halinde, denetim elemanı görevlendirilerek incelemeler, Cumhuriyet savcısının koordinasyonunda yürütülür.” şeklindedir.

5271 sayılı CMK’nın, 6526 sayılı Kanun (Resmi Gazete Tarihi: 06.03.2014, Sayı: 28933-Mükerrer) ile değişik 128 inci maddesinin ilk fıkrası “Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve busuçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hâllerde, şüpheliveya sanığa ait … malvarlığı değerlerine elkonulabilir. Somut olarak belirlenen bu taşınmaz, hak,alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunmasıhalinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi içinilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali SuçlarıAraştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim StandartlarıKurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. …şeklinde düzenlenmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 128 inci maddesi kapsamında MASAK tarafından gerek Cumhuriyet Başsavcılıkları gerekse Mahkemelerce intikal ettirilen rapor taleplerinin yerine getirilmesinde soruşturma veya dava dosyasında yer verilen suç fiilleri ve bu fillerin işlendiğini gösterir deliller esas alınarak şüpheli veya sanığın bu filleri işlemesi neticesinde elde ettiği değerlerin ve bu değerler ile şüpheli veya sanığın mevcut malvarlığı değerleri arasında bağlantı olup olmadığının tespitine yönelik çalışmalar yapılmakta ve bu çalışmaların sonucu rapora bağlanmaktadır. Söz konusu madde kapsamında MASAK tarafından yapılan çalışma iddia olunan suçun tespitine yönelik olmayıp iddiaolunan suç kapsamında dosyada yer alan verilerden hareketle iddia olunan suçtan elde edilendeğerin tespitine yönelik bulunmaktadır.

5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 17 nci maddesinin birinci fıkrasında “Aklama ve terörün finansmanı suçunun işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunan hallerde5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 128 inci maddesindeki usule göre malvarlığı değerlerineelkonulabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Öncül Suç Şartı

Suç Gelirlerinin Aklanması Suçundan ceza verilebilmesi için öncesinde bir başka öncül suçtan ceza almak ve bu cezanın kesinleşmiş olması gerekmektedir. Bu hususa ‘öncül suç şartı’ denmektedir. Zira aklanacak bir para varsa, bu paranın elde edildiği bir ‘suç’ da işlenmiş olmalıdır. Şöyle ki;

 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun (TCK) 282’nci maddesinde “Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu” düzenlenmekte olup, 282 nci maddenin 1 nci fıkrası kapsamında aklama suçunun oluşabilmesi için öncelikle “alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun işlenmesi” ve “bu suçtan kaynaklanan bir malvarlığı değeri” bulunması gerekmektedir. Yani alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suç işlenmediği veya işlenmiş olmakla birlikte söz konusu suçtan kaynaklanan bir malvarlığı değeri elde edilmediği takdirde aklama suçundan söz edilmesi mümkün değildir. Diğer taraftan alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçun işlenmesi ve bu suçtan gelir elde edilmesi aklama suçunun oluşması için tek başına yeterli olmayıp sözkonusu gelirin maddede yer alan aklama fiillerine (“yurt dışına çıkarmak” veya “gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutmak”) tabi tutulduğuna dair bir delil, bulgu veya emarenin de bulunması gerekmektedir.

Ayrıca aklama suçunun işlenmiş sayılması için, aklamaya konu olan gelirin elde edildiği fiiller hakkında daha önce adli bir takibatın yapılması ve bu konuda bir davanın açılması gerekmediği gibi, açılan bu davanın sonuçlanması da gerekmemektedir.

Diğer bir ifadeyle, aklama suçunun oluşumu için kanunun şart koştuğu öncül suç fiilinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu suçtan mahkûmiyet hükmünün verilmemiş olması (suçun oluşmadığına dair mahkeme kararı hariç), failin bilinmemesi, isnat kabiliyetinin olmaması ya dadokunulmazlık gibi nedenlerle failin cezalandırılamaması, ölmesi, suçun zamanaşımına uğraması, şikâyete bağlı bir suçsa şikayet edilmemesi veya şikayetin geri alınması, ön ödeme nedeniyle hakkında kovuşturma açılmaması, cezasızlık nedenleri gibi öncül suçun varlığınatesir etmeyen nedenler aklama suçunun oluşumuna engel teşkil etmez.

KAYNAK : Burak Temizer Hukuk Bürosu